Global büyümede yavaşlama sinyalleri: Ayrışmanın sonuna mı gelindi?
Son bir yılda global ekonomi iki şok yaşadı. Bunlardan ilki ABD'de konut sektöründen kaynaklanan problemlerin yarattığı kredi sıkışıklığı ve büyümenin yavaşlaması ikincisi de son günlerde düşme eğiliminde olan ancak temmuz ayında 145 dolar seviyelerine kadar yükselen petrol ve gıda fiyatlarının, enflasyonu global bir endişe kaynağı haline getirmiş olması. Bu her iki şok da ekonomik görünümü ve uygulanacak para politikalarını çok belirsiz kıldı.
Dünyadaki başlıca merkez bankaları da bu süreçte bir ikilem içerisinde kaldı. Enflasyondaki yükselme faiz oranlarında bir artışı gerektirirken, büyümedeki yavaşlama faiz oranlarının azaltılmasını gerektirmekte idi. Halihazırda gelişmiş ülkelerdeki başlıca merkez bankaları faizleri sabit tutma eğilimindedirler. ABD'de tüketici fiyatları yıllık yüzde 5.6 artış ile son 17 yılın en yüksek seviyesine yükseldi. Ancak, kredi sıkışıklığı nedeniyle politika faizlerini yüzde 2'ye düşüren FED'den bu yıl sonuna kadar bir artırım beklenmemektedir. İngiltere Merkez Bankası bozulan konut piyasası ve yavaşlayan büyüme oranları yüzünden faizlerde artırıma gitmiyor. Politika faizleri halihazırda yüzde 5 olup son 4 toplantıda sabit tutuldu. Euro bölgesi enflasyonu yüzde 4 ile Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) hedefinin 2 kat üzerinde seyretmekte. ECB de enflasyon endişelerinin ağır basmasıyla faizleri 25 baz puan artırıp yüzde 4.25'e çıkardı. Yüksek enflasyona rağmen, piyasalardaki ağırlıklı görüş AB ekonomisinde 2. çeyrekte kaydedilen daralma nedeniyle ECB'nin yakın dönemde faiz artırımına gitmeyeceği yönündedir.
Buna karşın gelişmekte olan ülkelerin merkez bankaları politika faizlerini artırmaktalar. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin tüketici fiyatlarında gıdanın ağırlığının nisbi olarak yüksek olması gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında enflasyon farklarının açılmasına sebebiyet vermekte ve söz konusu ülkelerin merkez bankalarının para politikalarında daha sıkı bir duruş sergilemelerine sebep olmaktadır.
Global büyümeye baktığımızda ise çeyrek dönemler itibariyle Euro bölgesi milli gelir büyümesinin 2008'in 2. çeyreğinde tek para birimine geçişten bu yana ilk defa daralma göstermesi (yüzde -0.2) ve Japon ekonomisinin son 6 yılın en kötü performansını göstermesi (yüzde -0.6) bu ülkelerin ABD ekonomisindeki yavaşlamadan ayrışmadığını gösterdi.
Ancak, dünyanın başlıca ülkeleri finansal krizler, konut piyasasındaki bozulma ve artan emtia fiyatlarının getirdiği "kusursuz fırtına" dan değişik mertebelerde etkilendiler. Örneğin, ABD ve İngiltere'de her üç faktör de etkili olurken, Japonya ve diğer Asya ülkeleri global enflasyon şokundan önemli darbe almalarına karşın diğer iki faktöre ilişkin bir sıkıntı yaşamadılar.
Zayıflayan AB ve Japon ekonomilerine göre ABD ekonomisinin ilk yarıyılda beklenmedik bir şekilde iyi tutunduğunu söyleyebiliriz. Özellikle kredi krizinin ABD'de başladığı ve ABD'deki konut fiyatlarının sert bir şekilde düştüğü (yıllık yüzde 17) ve 11 ayda satılabilecek konut sayısına eşit miktarda stok bulunduğu göz önüne alındığında ABD ekonomisinin bir resesyona girmemesi FED'in uyguladığı gevşek para politikasına, vergi iadelerine ve artan ihracata bağlanmaktadır.
Ancak, ABD ekonomisini etkileyen negatif faktörler devam etmektedir. Kredi koşulları sıkışık olup bankaların konut kredisine dayalı zararları büyümektedir. Uzmanlar ev fiyatlarındaki düşüş istikrara kavuşana kadar koşullarda bir iyileşme öngörmemektedir. Kredi sıkışıklığının sebep olduğu bir diğer problem de kredi spreadlerinin genişlemiş olmasıdır. Dolayısıyla FED'in faiz indirimlerine ve likidite sağlamasına rağmen piyasa faiz oranlarında tam bir düzelme görülmemektedir.
Finansal sistemin kayıpları da sürmektedir: Dünyada bankaların konut kredisine dayalı zararları 500 milyar dolara ulaştı ve bankalar 350 milyar dolar tutarında sermaye artırımına gitti. Zararların büyük çoğunluğu Atlantik'in her iki kısmına da eşit şekilde dağılmış durumda ve bu rakamın 1 trilyon dolara ulaşabileceği öngörülmekte. Dolayısıyla oluşabilecek kayıplar AB ve ABD toplam milli gelirinin yaklaşık yüzde 4'üne ulaşabilecek.
2007 yılının ortasından itibaren ABD ekonomisindeki yavaşlamaya bağlı olarak hisse senetleri fiyatları ve bono faizleri düşerken, emtia fiyatları hızlı artış gösterip bu süreçte önemli bir yatırım aracı oldu. Birçok emtiada fiyat hareketleri parabolik -diğer bir deyişle çok hızlı ve dikey fiyat artışları- bir görünüm sergiledi. Euro/dolar paritesi yükseldi. Emtia fiyatlarındaki artışta büyümenin ABD dışında yüksek seyredeceği, Avrupa'daki belli başlı ekonomiler, Japonya, Asya ve emtia zengini ülkelerin bu gelişmelerden ayrışacağı beklentisi önemli rol oynadı. Bu süreçte başta Çin olmak üzere özellikle Asya ülkelerinden gelen taleple emtia fiyatları hızla arttı. Önümüzdeki dönemde de emtia fiyatlarının gelişiminde özellikle Çin'in büyüme performansının ve enerji talebinin etkili olacağı değerlendirilmektedir.
Avrupa'daki zayıflamanın başlıca sebepleri; kredi krizi, Euro'nun değerlenmesi, yüksek emtia fiyatları ve ECB'nin sıkı para politikası olarak değerlendirilmektedir. Gelişmekte olan piyasalarda da gelişmiş ülkelere olan ihracatın azalması ile bir yavaşlama beklenmekte, bu ülkelerin iç dinamiklerine bağlı yüksek büyümelerinin azalan ihracatı telafi etmek için yeterli olamayacağı değerlendirilmektedir. Ayrıca, iç tüketimin de artan gıda ve enerji fiyatlarının getirdiği sıkı para politikası ile sınırlandığı belirtilmektedir.
Sonuç olarak Avrupa ekonomisinin yavaşlayacağının açıklık kazanması ve ABD ekonomisindeki yavaşlamadan ayrışmayacağı öngörüsü ile Euro/dolar paritesi temmuz ortasında ulaştığı 1.60 zirve seviyesinden yaklaşık yüzde 8 azalma gösterdi. Ayrıca petrol fiyatlarındaki düşüş de paritenin aşağı yönlü hareketinde önemli bir faktör oldu. Dünya ekonomisi için olumlu olan faktör petrol ve emtia fiyatlarının gerilemesi: Petrol fiyatları temmuz ortasında ulaştığı zirve noktasından -paraboller bir noktadan sonra ters yöne dönebilir- yüzde 20 düşerek 115 dolara geriledi. Bazı görüşler global ekonominin zayıf görünümü nedeniyle petrol fiyatlarındaki bu düzeltmenin devam edeceğini ve zirve noktasından yüzde 40'lara varan düşüşler görülebileceğini öngörüyor. Bu da petrol fiyatlarının 90 dolar seviyelerine kadar gerileyebileceğini gösteriyor.
Ancak buradan tekrar yukarı yönlü hareketlerin görülebileceği zira petrol fiyatlarının yüksek seyrinde temel faktörler olan arz sıkışıklığının, talep artışının ve jeopolitik sıkıntıların sürdüğü belirtilmekte. Uzmanlar, önümüzdeki dönemde özellikle gelişmekte olan ülkelerden gelen petrol talebi artışının ağırlığını OPEC ülkelerinin taşıyacağını, buna karşılık OPEC dışı üretimin önümüzdeki yıllarda kayda değer bir şekilde artmayacağını değerlendirmekteler. Haziran itibariyle OPEC ülkelerinin petrol üretimindeki artış geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık yüzde 8. Buna karşın OPEC dışı ülkelerde üretim artışı durağan seyretmektedir.
Düşen emtia fiyatları ile birlikte enflasyon baskılarının azalacağı ve bu durumun Avrupa Merkez Bankası'nın büyümeyi desteklemek için faiz indirimleri konusunda elini rahatlatabileceği öne sürülen görüşler arasında. Piyasalar halihazırda yıl sonuna kadar FED ve Avrupa Merkez Bankası'nın faiz değişikliğine gitmesini beklemiyor. Ancak, önümüzdeki yıl ABD'de politika faiz oranlarında artış, Euro bölgesi için azalış bekleniyor. Buna karşılık, kredi krizinin devam ettiği, ev fiyatlarının düştüğü ve büyümenin yavaşladığı göz önüne alındığında FED'in faizlerde kısa vadede bir artışı benimseyemeyeceği de ifade edilmekte. Ayrıca, merkez bankalarının değişen görünüme piyasaların beklediği gibi aynı hızda tepki vermeyecekleri de beklentiler dahilindedir. Örneğin halihazırda emtia fiyatlarındaki düşüş enflasyonist baskıyı azaltsa da söz konusu durumun kalıcı olduğuna ikna olmadan merkez bankalarının ihtiyatlı duruşlarını değiştirmeyecekleri değerlendirilmektedir. Bu durumda ABD ve Euro bölgesi arasındaki faiz farklarının azalması bir süre alabilir.
Sonuç olarak global büyümenin yavaşlaması beklenmekte ancak emtia fiyatlarının düşmeye devam etmesi kritik öneme sahip; Bu şekilde enflasyon endişeleri azalabilecek bu da merkez bankalarının ilerleyen dönemde daha gevşek bir para politikası uygulamasını getirecek ve birçok ülkede büyümeye ivme kazandıracak ve hisse senedi piyasalarındaki görünümü de olumlu etkileyebilecek.