Girişimcilik, cesaret, özgüven ve...

Tamer MÜFTÜOĞLU
Tamer MÜFTÜOĞLU KOBİ'LERDEN GİRİŞİMCİLİĞE

Cesaret, özgüven, umut, azim, tutku, inanç, bilgi; aynı zamanda sevgi, saygı, hoşgörü, tevazu, cömertlik gibi kadim değerler. Belki çağdan çağa, mekandan mekana başarı ve mutluluk için gereken dozajları değişse de, gereklilikleri hiç değişmeyen insani özellikler.

Bilgi toplumunun global ekonomisinde inovatif girişimciliğin de gerektirdiği başlıca nitelikler bunlar. Cesaret, bilgi, özgüven ve inanç gibi niteliklerin dozajı daha da arttı çağımızda. İnsanlarına bu nitelikleri kazandırabilen toplumlar global yarışta ön sıralarda koşuyorlar veya koşmaya adaylar. 

İnsan ve toplum yaşamında gerekliliğini hep sürdüregelen bu nitelikleri, Ahmet Ümit yirmi bir yaşındaki İstanbul Fatihi’nin şahsında ne kadar güzel ve etkileyici bir şekilde dile getirir (Ahmet Ümit, İstanbul Hatırası, s. 405-407). Uzunca bir yollama da olsa değerli yazarımız Ahmet Ümit’in bu satırlarına aşağıda yer vermekten kendimi alamıyorum:
“Ellerini Tanrı’ya açmıştı Sultan. Sağ yanında Cebrail, sol yanında Mikhail ve ortada bebek İsa, annesinin kucağında. Semadan sızan ışıklar dünyanın en eski öykülerinden birini fısıldıyordu kulağına. Ama duymuyordu genç sultan. Dört serafim meleğinin taşıdığı devasa kubbenin altında, yüzünü kıbleye dönmüştü. Kudüs’e değil, kendi inancının kutbuna. Kendi Allah’ına yakarıyordu dudakları, Jüstinyen’in bin yıllık tapınağında…

Ellerini Allah’a açmıştı Sultan, Roma İmparatorlarının taç giydiği bu tapınakta, Roma İmparatorlarını yenme onurunu kendisine verdiği için… Ataları güneşin doğduğu yerden gelmişlerdi buraya. Asırlarca asırlarca evvel. Demiri eriterek, dağı delerek, kayaları yol eyleyerek… Ayak bastıkları her yerden sürülmek pahasına. Sürüle sürüle, sürmeyi öğrenerek... Ve kılıcın ve inancın ve umudun ve açlığın yardımıyla. 

Ellerini Allah’a açmıştı Sultan. Onu hiç terketmediği için. Kendi tebaası bile kulak bükerken ona. Herkes başıyla değil, yaşıyla ölçerken onu… Kendi vezirleri bile güvenmezken… An gelmiş kendi babası bile kararsız kalmışken… Herkes bu deniz geçilmez, bu surlar aşılmaz, bu kent alınmaz, bu hayal gerçek kılınmaz derken… Allah, hep yanında olmuştu onun. Hep inanmıştı bu genç hükümdara. Bu genç hükümdarın cesur fikirlerine. Çünkü Allah cesurları severdi… Geçilmez denen denizleri geçtiği, aşılmaz denen surları aştığı, alınmaz denen kenti aldığı için. 
Ellerini Allah’a açmıştı Sultan… Daha yirmi birinde olan bu padişahı şanlı ceddine layık bir sultan yaptığı, Osman gibi boyun eğmeyen, Orhan gibi hükümran, babası Murat gibi savaşçı kıldığı için… Atalarından devraldığı Osmanlı Sancağı’nı yeryüzünün en güzel kentinin en yüksek burcuna dikmesini sağladığı, ona yeni Roma İmparatoru, iki karanın ve iki denizin hükümdarı adını bağışladığı için…

Ellerini Allah’a açmıştı Sultan… Konstantiniyye bir başlangıçtı. Kadim bir düşün uyanışıydı sadece. Nasıl ki İskender güneşin solduğu yerden güneşin doğduğu yere yürüdüyse. O da güneşi izleyecekti. Işık hiç batmasın diye... Türk, Acem, Frenk, dünyanın bütün milletleri… Beyaz, sarı, siyah, dünyanın bütün ırkları… Yahudi, Hıristiyan, Müslüman, Şaman, dünyanın bütün dinleri… Hepsi hükümdarlığında birleşecekti. Hepsi aynı bayrağın altında toplanacaktı. Hepsi tek bir milletmiş gibi yaşayacaktı. Ve bu büyük milletin kalbi, Konstantiniyye’de atacaktı. 

Ellerini Allah’a açmıştı Sultan. Ona akıl, cesaret, hırs ve sabır verdiği için. Dünya ancak onun gibi bir hükümdarın buyruğunda var olabilirdi. Dünya ancak onunla bir olabilirdi. 

Dünyayı dua ettiği bir tapınak gibi içinde hissetti. Boğazı düğümlendi, titreyen ellerini iyiyce yukarı doğru açtı. Gözlerinde zafer vardı, alnında gurur, kalbinde sevinç. Hiç kuşku yok ki o komutan kendisiydi. Hiç kuşku yok ki onur her zaman ona aitti. Peygamberin sözleri çınladı Ayasofya’nın kubbesinde: 'Konstantiniyye elbet feth olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.'”

Değerli yazarımız Ahmet Ümit’in cesaret, özgüven, inanç, umut, azim ve tutku dolu bir insanı imparatorluk kurmaya kadar ulaştıran başarı hikayesinin başlangıç aşamasındaki duygularını yansıtan satırlar bunlar. Sıfırdan başlayıp uğraşıp çabalayarak kurdukları işletmeleri ülke ve dünya çapında ölçeklere ulaştıran birçok girişimcinin başarı hikayeleri de çokça benzer nitelikte. Sadece girişimcilerin değil, birçok sanatçının, bilim insanının, politikacının, bürokratın, profesyonel yöneticinin başarı hikayeleri de aşağı yukarı böyle. 1960’lı ve 1970’li yıllarda ufukları köy sınırlarını aşmayan vatandaşlarımızın çeşitli Avrupa ülkelerindeki zorlu yaşam serüvenlerinden sonra çocuklarını ve torunlarını ulaştırdıkları yaşam standardı ve başarı hikayeleri de öyle. 

Herhalde girişimci için başta gelen nitelik cesaret. Cesaret bilinmezlikler dünyasında gereksinim duyulan bir özellik. Girişimci bilinmezliklerle dolu geleceğe ilişkin kararlar alıp eyleme geçecek. Bunun gerektirdiği riskleri üstlenmeyi göze alacak. Kristof Kolomb’un dediği gibi, “Karayı gözden kaybetmeyi göze alamayanlar yeni karaları keşfedemeyeceklerdir.” Ama, yine Kristof Kolomb’un yaptığı gibi, keşif yolculuğuna çıkarken ulaşabildiği bilgilere ulaşmanın yollarını bulacaklar, kendilerini keşif yolculuğunun gerektirdiği bilgilerle donatmayı ihmal etmeyeceklerdir. Zira korku, cesaret değil bilgi ile yok edilmelidir. Bilgiyle donatılmış olarak eyleme geçen cesaret muhakkak ki daha başarılı olacaktır (Girişimci adaylarımıza Kolomb’un (1451-1506) keşif yolculuğunu, öncesini ve özellikle de sonrasını okumalarını önemle tavsiye ederiz. Alacakları çok sayıda ve çok değerli dersler bulacaklardır O’nun keşif hikayesinde). 

Bilgiye dayanmayan cesaretin sonu ise genellikle maceraperestlikle neticelenir. Maceraperest ise ilk adımında başarılı gözükse bile ikinci veya üçüncü adımında tökezleyecektir. Girişimci yeterince bilmediği bir işe girişiyorsa, yanına o işi çok iyi bilen birini almalı, onu da işin içine ortak veya profesyonel yönetici, iç girişimci (intrapreneur) olarak dahil etmelidir. Başarı için işe girerken bu konunun önemli olduğunu düşünüyoruz. Bunun güzel bir örneği Türkiye’nin girişimcilik tarihinin önemli ismi rahmetli Vehbi Koç’un otomobil sanayiine giriş hikayesidir. Herhalde rahmetli Koç bu işe girerken bir sürücü ehliyetine bile sahip değildi. Ama o dönemde bu işi Türkiye’de en iyi bilen insanlardan biri olan rahmetli Bernar Nahum’u yanına alarak başarılı oldu. 

Ayrıca tutkunun, özgüvenin ve buradan kaynaklanan cesaretin akla üstün geldiği durumlarda ve zamanlarda frene basıp durmalı, yeniden bir durum değerlemesi yapmalıdır. Aklın hem tutku, hem özgüven ve hem de cesaret için bir frenleme aracı olabileceği gerçeğini unutmamalıdır. Gaza basmayı seven birinin yanında frene basmayı da ihmal etmeyen bir ortağın, bir içgirişimci veya profesyonelin bulunmasında yarar vardır. STFA şirketinin kurucuları ve ortakları olan rahmetli Sezai Türkeş ve Fevzi Akkaya’nın girişimcilik hikayeleri bu konuda başarılı ortak girişimciliğin güzel bir örneği olarak, yine alınacak derslerle doludur.    
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bir deneme 09 Kasım 2018
Geleceğin tarihini yazmak 01 Aralık 2017
Bayramlaşma köprüsü 23 Haziran 2017