Girişimci doğmak
Türk milleti olarak fikir üretmeyi seven bir topluluk olduğumuzu, ancak bunu çoğunlukla sohbet esnasında yaptığımızı biliriz. Aslında son derece hırslı ve inatçı insanlar topluluğu olmamıza rağmen, uzun süreli projeler, uzun süreç gerektiren işler genelde çok tercihimiz olmaz, ve genellikle çabuk meyve verecek, bizi sıkmayacak işlere yönelik yatırım yapmayı da tercih ederiz. Yeterince girişimci miyiz, bu tartışmaya açık ve göreceli bir konu; ancak ürettiğimiz fikirlerin çok az bir bölümünü hayata geçiren, bu konuda son derece fikri har vurup harman savuran bir milletiz biz.
Girişimcilik, ilk kez Ortaçağ'da kullanılan "entreprendere" kökünden gelen, "iş yapan" anlamına gelmekte. Bu tanım zamanla değişerek, gelişmiş ve 20. yüzyılda bu kavram daha çok risk alma, yenilikleri yakalama, fırsatları değerlendirme ve tüm bunların hayata geçirilme süreci olarak anlamlandırılmaya başlamıştır. Diğer bir deyişle girişimciliği sadece kendi işimizi kurmak olarak görmek yerine, var olan işimizi revize etmek veya farklı bir sektöre açılmak olarak da yorumlayabiliriz. Girişimciliği, aslında farklılık yaratmak olarak yorumlamak ve hayatımızı kolaylaştıracak yenilikleri kazandırmak olarak görmek gerekir. Bir girişimci hangi özelliklere sahip olmalıdır diye düşündüğümüzde; her şeyden önce yaratıcılık özelliğine sahip, yanı sıra cesaretli, risk alabilen, hızlı karar vermekten çekinmeyen ve en önemlisi de yapmayı planladığı işe yönelik olarak azimli bir tutum sergileyebilmelidir. TÜSİAD’ın geçmişte yaptırdığı bir araştırma sonuçlarına göre, her 100 yetişkin Türk’ten 4.6’sı girişimci özelliğe sahipken, bu rakam İngiltere’de 7.7, ABD’de 11.7, Meksika’da ise 18.7’dir. Japonya’da ise bu sayı sadece 5.1’dir. Japon insanlarının son derece yaratıcı olduğunu düşünürüz hep, ama demek ki gerçekte yaratıcı özelliğe sahip insanların sayısı son derece az iken, üretilmiş fikirleri sanayiye ve kazanca dönüştüren insan sayısının çok daha fazla olduğunu söyleyebilmek mümkün. Meksika ise tahminimizin çok üzerinde bir oranda girişimci insan ile dolu; demek oluyor ki bu konuda çok da ön yargılı olmamak gerekiyor. Zira istihdam azlığından kaynaklanan mecburiyet insanları daha yaratıcı olmaya ve kendi işlerine yönelmeye sebep olmaktadır. Biz ülkemizdeki duruma bakacak olursak, ürettiğimiz çok fazla fikrin olması ve akıllı insanların fazlalığı gibi pozitif özelliklere sahip olmamıza, ve yanı sıra işsizliğin ülkemizde de hayli yüksek seyretmesine rağmen, son derece düşük oranda girişimcinin var olduğunu görmekteyiz. Aslında bu durum risk almaktan kaçan ve sabit gelirli, garantili ve stabil işlere yönelen bir toplum olduğumuz gerçeğini ortaya koymakta. Girişimciler açısından baktığımızda, sadece özgün fikirler yaratarak, risk almak ve yatırıma kalkışmak da tek başına bir anlam taşımıyor aslında, bu konuda düşüncemizi hayata geçirmeden önce mutlaka pazar araştırmaları yaparak; doğru yerde doğru işi yapmayı hedeflemeliyiz. Girişimcilik üzerine sarf edilebilecek çok şey var aslında; ama ben bu yazımı da bir mesaj ile sona erdirmek istiyorum, genelde yapmaya çalıştığım gibi. Rekabetin son derece yüksek, ekonomik krizlerin dünyanın her yerinde hissedildiği günümüzde, girişimci ve yaratıcı kişilerin sayısını arttırmaya çalışmak zorundayız. Girişimciliğin artması, müteşebbis insanların sayısının fazlalaşması konusunda gerek devletimize, gerek cesaretle verecekleri uygun kredilerle finans kurumlarına, gerekse sivil toplum örgütlerine son derece önemli vazifeler düşmektedir. Yarın hepimiz biraz daha farklı düşünerek, işimizi nasıl geliştirir, farklı neler yapabilir veya yaratabilir, en azından var olan işimizi daha iyi ve verimli nasıl yapabilirizi düşünelim; zaten ülkemizin geleceğini düşünmek ve planlamak da bizim görevimiz değil mi.