Gıda ve İçecek Dernekleri Federasyonu’nun 2023 vizyonu

Yavuz DİZDAR
Yavuz DİZDAR [email protected]

Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu (TGDF) geçtiğimiz hafta sonu 2023 hedeflerine yönelik bir ‘arama toplantısı’ düzenledi. Toplantıya biz de sizin adınıza katıldık, hem sektörü daha yakından tanıma şansını elde ettik, hem görüşlerimizi naçizane aktardık. TGDF ülkemizde otomotivden sonra ikinci büyük endüstriyi oluşturuyor. Başkan Vekili Rint Akyüz’ün verdiği bilgilere göre, ihracatta geçen sene Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırarak işlenmiş gıda ürünlerinde 10 milyar dolar sınırına dayandılar, bu aynı zamanda yüzde 181 dış ticaret fazlasına denk gelmekte. Öte yandan büyüklük ve donanımları nedeniyle de AB’deki muadil kuruluşta ‘tam üye’ muamelesi görmekteler. Bu toplantıya da gıda endüstrisinin önde gelen kuruluşları katıldı, akademi daha çok gıda mühendisliği alanında yer aldı. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Müsteşar Vedat Mirmahmutoğulları ve Gıda ve Kontrol Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Kavak tarafından temsil edilirken, Şeker Kurumu’ndan Başkan Hüsnü Tekin, Et ve Süt Kurumu’ndan Başkan İsmail Kemaloğlu ve Biyogüvenlik Kurulu’ndan Başkan Hakan Yardımcı bizatihi katıldılar. Ekonomi, Sanayi, Kalkınma bakanlıkları da temsilci gönderdiler. Tıp, beslenme ve diyetetik bölümleri ise doğal olarak yer almadılar, çünkü toplantı geleceğe yönelik vizyon, misyon ve hedeflerin oluşturulmasını amaçlıyordu. Fakat tartışmalarda herkes aynı zamanda tüketici olarak paydaş olduğunu samimiyetle dile getirdi. TGDF Başkanı Şemsi Kopuz’un bu kez hayırlı bir vesileyle katılamamış olmaması tek eksiklikti(*).

Gıda stratejik bir öneme sahip

Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Oğuz Babüroğlu, ilk akşamki beyin fırtınası ‘Ortaklaştırılmış Değişim Gündemi’nden neredeyse bir saatte 178 madde çıkarttı (meğer herkes ne kadar doluymuş); ana hatlarıyla şu başlıklar oluştu: Bağımsız güvenilir bilimsel otorite ihtiyacı, mevzuatın global pazarlara uyumu, devletin mevzuata müdahalesinin azaltılarak denetleyici rolünün artırılması, tüketici odaklı olunması, işbirliklerinin artırılması, rekabetçi ortamın güçlendirilmesi, kayıt dışı, haksız rekabetin önlenmesi, tarım ve gıdanın stratejik sektör olarak kabul edilmesi, teşvik ve desteklerin uzun vadeli ve ihracata endeksli hale getirilmesi, güvenli gıdaya erişim, tarım arazilerinin korunması ve sürdürülebilirlik, ülkemiz insanına uygun beslenme profilinin araştırılması, doğal beslenme, ve elbette TGDF’nin kurumsal kapasitesinin artırılması. Bu hedeflerin temel gerekçesi Türkiye’nin sahip olduğu kaynaklar ve işgücü sayesinde aslında bölgenin yıldızı olmaya çok yakın duruyor olmasıdır. Biz bu konuma özel bir önem veriyoruz, çünkü gıda da ilaç gibi stratejik öneme sahip. Üstüne üstlük, gıda ilacın aksine yerel kaynaklara tabi; ilaç hastalar için gerekliyken, gıda ve beslenme herkes için gerekli. Ve en önemlisi, nüfusu sağlıklı besleyebilirsek, ilaç gereksinimi ve dolaylı olarak sağlık harcamaları da ciddi biçimde azalacak. 

Endüstri yerel üretimin geliştirilmesine öncülük etmeli

Şimdi bu toplantıda özellikle sık vurgulanan birtakım başlıkları irdeleyelim. Birincisi, endüstriden çok gıda ile ilgilenen akademisyenlerin vurguladığı ‘bilgi kirliliği’ ve buna bağlı diledikleri ‘otorite’, aslında gıdayla ilgilenenlerin genel bir tanrı arayışına işaret etmekte. Oysa beslenme kavramının tek kaynağı gelenektir. Gelenek, sonradan türetilmiş Codex Alimentarius gibi yazılı bir envanter oluşturmaz, yöntemlerin sonraki kuşaklara uygulamalı deneyimle öğretilmesine dayanır. Bizim beslenme kavramını irdelemeye ve anlamaya çalışmamızın bir nedeni de, geleneğin modern üretim ve ambalaj teknikleriyle içerik korunarak birleştirilmesinin yollarını aramak. Bunun en doğru, en tasarruflu (nakliye) ve en sürdürülebilir yolu ise gıda üretiminin yerelleşmesidir. Endüstrinin donanımı, birikimi ve olanakları dikkate alındığında, Bakanlıktan ‘el alarak’ önderliği üstlenebileceği beklentimiz haksız değildir. Ülkemizde gıda üretiminin yarısı, sayısal bütünün çok küçük bir kısmını oluşturan büyük firmalar sayesinde gerçekleştirilir. O halde bu firmalar birikimlerini ‘merdiven altı’ olarak nitelendirilen küçük üreticilere bile başarıyla aktarabilirler. Yani üniversitelerden bilimsel destek alır, Anadolu’nun her köşesinde dönemsel atölyeler, okullar, akademiler oluşturur, temel bilgileri paylaşırlar. Bu sürdürülebilir bir beslenme ağının oluşumuyla kalmaz, devlet desteklerse, komşu coğrafyalarla ticari ve kültürel ilişkilerimizi de genişletir. Zahmetli ve uzun bir yol gibi görünse de, imkansız değildir, neden olmasın?

(*) Nişanına katıldığı genç çifte biz de mutluluklar diliyoruz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar