Gıda endüstrisinde son trendler

DİDEM ERYAR ÜNLÜ
DİDEM ERYAR ÜNLÜ YAKIN PLAN [email protected]

 

Bugün 7 milyar olan dünya nüfusunun, 2050 yılına kadar 9 milyara ulaşması bekleniyor.  Beslenmesi gereken fazladan 2 milyar insan, gıda endüstrisinin geleceğine yönelik oldukça ciddi endişelerin gündeme gelmesine neden oluyor.

Dün Milano Protokolü’nden bahsetmiştim. Sağlıklı bir yaşam tarzının teşvik edilmesi; sürdürülebilir tarım ve gıda israfının engellenmesi olmak üzere üç ana hedef üzerine inşa edilecek olan Milano Protokolü’nün temelleri Barilla Gıda ve Beslenme Merkezi (BCFN) tarafından düzenlenen 5. Uluslararası Gıda ve Beslenme Forumu’nda atıldı. Önümüzdeki dönemde, akademisyenlerden, sivil toplum kuruluşlarına, şirketlerden, devlet liderlerine kadar herkesin gıdanın sürdürülebilirliği konusunda fikir üretmesi, harekete geçmesi gerekecek.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Organizasyonu (FAO)’nun tahminlerine göre, fazladan 2 milyar insanı beslemek için, küresel üretimin 2006 seviyesinin yüzde 60 üstüne çıkması gerekiyor. Oysa üretime elverişli toprakların sadece yüzde 20’si kullanılabilir durumda.

Peki dünya genelinde gıda endüstrisine yönelik neler oluyor? Ülkeler hangi önlemleri alıyor? Gıdada yükselen trendler neler? Küçük bir dünya turu yapalım:

Yerel üretime ilgi yükseliyor

İnsanlar son dönemde satın aldıkları gıdanın nerede üretildiği ile daha fazla ilgilenmeye başladılar. Özellikle küçük çaplı, yerel üretimler yükselen bir trend olmaya başladı. Dünyanın her yerinde çiftçi pazarları hızla yükseliyor. Çin’de yaşanan süt krizi ya da İngiltere ve İrlanda’da gündeme gelen at eti skandallarının ardından, insanlar tedarik zincirlerinde daha fazla şeffaflık talep etmeye başladılar. Süpermarketler ve gıda üreticileri de tüketicilerin yerel üretim tercihlerine çok daha hassas yaklaşıyorlar. Küçük üreticilerin en büyük zorluğu ise yüksek maliyetler. Sektör uzmanları, üretimde şeffaflık bekleyen tüketicinin, yüksek fiyatlara da hazır olması gerektiğini ifade ediyorlar. Dünya genelinde yapılan araştırmalar yeni nesil tüketicilerin, bir önceki nesle kıyasla, organik ve doğal ürünlere daha fazla para ödemeye hazır olduklarını ortaya koyuyor. Bu trend, özellikle sebze, meyve, et ve balık tüketiminde daha yoğun bir şekilde izleniyor. Bu gelişmeler, yerel üreticilerin yeni iş modellerine yönelmelerine yol açıyor. Dünya genelinde çok sayıda küçük gıda üreticisi kooperatif kuruyor. Güvenli bir gıda geleceği yaratmak için, üretim ve dağıtım modelleri yeniden şekilleniyor.

GDO tartışmaları artıyor

GDO’lu ürünler dünya genelinde yaygınlaşırken, bu ürünlere yönelik tepkiler de aynı hızda artmaya devam ediyor. Bitki bilimciler ve kalkınma uzmanlarına göre, genetiği değiştirilmiş ürünler dünyanın artan nüfusunu beslemeye yardım edebilir. Geçtiğimiz sene dünya genelinde GDO ekili toprakların oranı yüzde 6 artış göstererek 170 milyon hektara ulaştı. GDO’nun çevreye verdiği zarar ortada. Birçok insan, GDO yerine, tarım ve gıda dağıtımındaki yapısal bozuklukların ve dengesizliklerin kaldırılmasının, gıda sorununu çözeceğini savunuyor. Hollanda’da bulunan Wageningen Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre, buğday, arpa, patates ve şekerin GDO’suz türleri son 30 yıldır artan şekilde rekolte veriyor. GDO savunucuları ise teknolojik gelişmeler sayesinde çok daha yüksek rekoltelere ulaşacağını dile getiriyorlar. GDO’lu tarım pazarının ünlü ismi Monsanto da bunlardan birisi. Şirket, teknoloji kullanımının rekolteyi yüzde 5 oranında artırdığını söylüyor.

Şeker tüketimi azalıyor

Obezite günümüzün önemli sorunlarından birisi. BM araştırmasına göre, 1980 yılında dünya genelinde yüzde 8 olan obezite oranı, 2008 yılında yüzde 12’ye yükselmiş durumda. Batı ülkelerinde obezitenin en büyük sorumlusu olarak şeker gösteriliyor. Bu soruna çözüm olarak, çok sayıda hükümet ve obezite karşıtı grup, şekerli maddelere vergi, sınırlama ve yasaklama gibi farklı uygulamalar gündeme getirdiler. Şekerin zararlarına yönelik yaptığı çalışmalarla tanınan Dr. Robert Lustig, şeker konusunda çok şey söylendiğini ama somut anlamda hiçbir şey yapılmadığını ifade ediyor. BM Raporu ise, Fransa, Danimarka, ABD ve Macaristan gibi farklı ülkelerdeki uygulamaları dikkate alarak, tek bir gıda veya maddeye yönelik vergi uygulamasının zor olduğunu ortaya koyuyor. Rapora göre, şekerli besinlere uygulanacak yüzde 20 ila 40 arasında vergi oranı, bir kişinin yılda 0.3 ila 0.6 kilo kaybetmesine yol açabilecek.

Örneğin PepsiCo CEO’su Indra Nooyi, tüketicilerin şekerden ya da yapay şekilde tatlandırılmış ürünlerden uzaklaştığını; önümüzdeki 3-5 sene içinde ise tamamen vazgeçeceğini söylüyor.

Gıda için petrol

2008 yılında yaşanan küresel gıda krizi, gıda ithalatçılarının oturup yeniden düşünmelerine yol açtı. Petrol zengini Körfez ülkeleri, gıda tüketiminin çok büyük bir bölümünü ithal ediyor. Örneğin Katar, ihtiyacı olan gıdanın yüzde 90’ını ithal eder durumda. Her ne kadar Körfez ülkeleri, petrolden kazandıkları dolarlarla kendilerini gıda fiyatlarındaki dalgalanmalardan korumayı başarsalar da, 2008 yılında bunun sınırlı olduğunu gördüler. Arjantin, Rusya ve Hindistan gibi üreticilerin ihracata geçici sınırlamalar getirmesi, bu ülkeleri oldukça zor durumda bıraktı. Körfez ülkeleri de, gıda güvenliğini artırmak amacıyla yerel üretimlerini artırmaya ya da Afrika gibi farklı bölgelerde toprak kiralamaya yöneldiler. Yani petrolden elde ettikleri parayla, diğer insanların topraklarına ulaşabilir oldular. Geçen beş yıl içinde ise, Gıda için Petrol: Küresel Gıda Krizi ve Orta Doğu kitabının yazarı Eckart Woertz’in dediği gibi, “yeni bir gerçek duygusu” yaratıldı.

Örneğin, Birleşik Arap Emirlikleri’nin özel sektör ortağı Al Dahra Agriculture, Hintli bir pirinç üreticisinin yüzde 20’sini satın aldı.

Katar Yatırım Otoritesi’nin gıda kolu olan Hassad Food ise Avustralya’da 250 bin hektara yayılan koyun ve tahıl şirketlerine sahip.

Çözüm: Gıda bağımsızlığı

Açlık tüm zamanların sorunu oldu. Gıda güvenliğinin tanımı ve yolları ise seneler içinde değişti. Gıda ve Kalkınma Enstitüsü uzmanlarından Raj Patel’in şu yorumlarına dikkat çekmek isterim: “1996 Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Zirvesi’nde, 100 milyon çiftçiyi, işçiyi ve toprağı olmayan köylüleri temsil eden bir grup, gıda bağımsızlığı fikrini ortaya attı. Talepleri; barış, tarımın DTÖ dışı kalması, gıdaya ulaşım hakkı, yerel üretim ve tüketimin desteklenmesi idi. İnsanların iyi beslenebilmeleri, hükümetlerinin yerel üretim ve tüketimi destekleyecek politikalar üretmekte özgür olmalarına bağlıydı. Gıda bağımsızlığı, sadece küresel gıda ticaretinden kopma talebi değil, fakat aynı zamanda, gıda üretimi ve dağıtımında daha demokratik hareket edebilme talebiydi.  2007-2008 gıda krizi, bu düşüncenin yeniden gündeme gelmesine yol açtı. Ulusal toprak reformu, gıda hakkının tanınması ve cinsiyet eşitliği politikaları açlığın sona ermesine yardımcı olabilir.”

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar