Gıda-akaryakıt fiyatları, dolar kuru
Geçtiğimiz yıl Mayıs ayındaki genel seçim sonrası, para ve maliye politikalarındaki yaklaşımımız değişti. Normalleşme olarak isimlendirilen, majör makro metrikleri daha iyi noktalara taşımak için bir sürece girdik. Ekonomi politikasının Ortodoks zemine geçmesi, yarının daha iyi olacağı yönünde algı yarattı. Buna bağlı olarak ise lokal finansal araçlar talep görmeye başladı.
Politik yaklaşımdaki değişiklikte, para ve maliye politikalarını içeren bir çerçeve çizildi. Zaman içerisinde iç ve dış sunumlarla, toplantı ve ziyaretlerle; yatırımcılara, piyasa profesyonellerine ve sanayicilere sunulan programın etki gücünü artırmaya yönelik paylaşımlar yapıldı ve yapılıyor.
Söz konusu amaca ulaşma sürecinin etki gücü, toplumun her kesimi farklı finansal alışkanlıklara ve finansal okuryazarlık seviyesine sahip olduğu için doğal olarak farklılık gösteriyor. Bu süreçte, finans profesyonellerinden varılmak istenen hedefi daha önceden görmeleri ve yeni ekonomik duruşu finansal kararlarına hızlı ve etkin şekilde uygulaması beklenebilir. Pratik bu yönde oluyor. İkinci sırada ise büyük tüccarların, hedefe uyumlu reaksiyon vermesi beklenebilir. Reaksiyon verme sıralamasının sonuna ise hane halkını ekleyebiliriz.
Finansçılar, tüccarlar, hanehalkı
Merkez Bankası’nın ortaya koyduğu analizlerde enflasyon beklentilerinde farklı oranlar olduğunu görüyoruz. Örneğin; 12 ay sonrası için enflasyon tahminleri hane halkında yüzde 73,1, reel sektörde yüzde 53,8, finans kesiminde yüzde 28,7 seviyesinde. Zira enflasyon beklentisi için baz alınan parametreler her kesimde farklı.
Yılın 3. Enflasyon Raporu’nda, oranlarda görülen ayrışmanın sebebi olarak; “geçmişe endeksleyerek enflasyon tahmin ederken” piyasa katılımcılarının ve firmaların çekirdek enflasyonu, hanehalkı ve tüketicilerin ise gıda-akaryakıt fiyatını ve dolar kurunu baz alması şeklinde ifade ediliyor. Bu noktada, gıda ve akaryakıt fiyatları diğer parametrelere görece para politikası etki alanının dışında kaldığı için parasal aktarımın zayıflamasına neden olduğuna dikkat çekiliyor.
Enflasyon beklentilerinin geçmişle bağı ne kadar kuvvetli ise para politikasının etkisinin istenen seviyeye ulaşması daha sınırlı kalıyor ve zaman alıyor.
Parasal-mali tedbirlerde eş güdüm
Diğer bir konu normalleşmede parasal ve mali tedbirlerinin, eş güdümle ve beraber kullanılması. Aradaki uyum ne kadar yüksekse, her iki kanatta ne kadar güçlü şekilde kullanılıyorsa program daha kısa sürede somut sonuçlar verebiliyor. Sonuçların ortaya çıkması ise programa olan inancı sağlıyor, desteği artırıyor. Süreç kendisini beslemeye başlıyor. Tabii bu noktada enflasyon düşerken, resesyon oluşmaması için de ince bir dengenin korunması oldukça normal. FED de söz konusu dengeye hassasiyet gösteriyor.
Bir sonraki sıkıntıların kapısı aralık kalacak mı?
Kıymetli başka bir unsur ise faizi yükselterek tedaviye başlanıp, mali adımlarla destekleyip, istenen noktaya gelirken eş zamanlı olarak semptomların bir daha oluşmaması için yapısal değişikliklerin de yapılması. Dünya Gazetesi’nde 29 Mayıs 2024 tarihinde yayımlanan “Pazartesi diyete başlıyorum…” başlıklı yazımda “enflasyon-sıkılaşma-enflasyon… kısır döngüsü” yaşanmak istenmiyorsa yaşam felsefemizin değişmesi gerektiğine dikkat çekmiştim. Belirtmek gerekir ki yapısal reformlar uygulanan tedavinin ayrılmaz bir parçası olmalı. Sadece bugünümüzü değil yarınımızı da iyileştirmeliyiz. Aksi halde şu an yaşadığımız durumun üstesinden er ya da geç gelir, hedeflerimize ulaşırız ancak bir sonraki potansiyel sıkıntıların kapısı aralık kalabilir.
Sonuç
Programın etkisinin topluma homojen olarak dağılmadığını söyleyebiliriz. Finansal okuryazarlık seviyesi, programın hedeflere ulaşma hızını etkileyen en önemli faktörlerden ve programın etki gücü toplum genelinde yeterince hissedilmeyince zaman kaybı oluşuyor. Yine parasal ve mali adımlar yeterince kullanılmadığında ise programa dair algı zayıf kalabiliyor. Nihayetinde tüm çabamızın, cefamızın kalıcı sonuç üretmesi için yaşam felsefemizi değiştirmemiz gerektiği ile noktayı koyalım.