Gerçeklerin inkarı artık kısa vadeli çözüm olamıyor!
Gelir ve servet dağılımındaki eğilimler ile ekonomi politikalarının etkinliği arasında oldukça güçlü bir ilişki var. Eğer yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı istikrarlı bir şekilde azalıyor ve orta gelir grubu genişliyor ise hem para ve maliye politikalarının etkinliği artarken yan tesir riskleri azalıyor, hem de ekonomik hedeflerin yakalanması kolaylaşırken yaşam standardı yükseliyor. Eğer fiili durum tam aksi eğilimlere işaret ediyor ise, sonuçları da bu duruma uygun şekilde gelişiyor ve tüm sorunların ağırlaşması engellenemiyor. Bugünü ve bundan sonra yaşanacakları anlayabilmek için bu ilişkilerin irdelenmesi gerekiyor.
Öncelikle 1980 sonrasındaki küreselleşme denilen kuralsızlık ile 1995 yılını takip eden sürdürülebilir olmayan eğilimler ve geleneksel olmayan politikalar setinin, gelir ve servet dağılımları üzerindeki etkilerinin irdelenmesi gerçekçi olunabilmesi açısından önem taşıyor. Küresel ve ulusal çaptaki sorunların evrimi, gelişmiş ve gelişenler arasındaki farklılaşmalar ile gelişenler arasındaki ayrışmalar arasındaki ilişkilerin de mercek altına alınması yararlı olabilir. Küresel düzeydeki uzlaşmazlıkların temel sebepleri daha anlaşılabilir hale gelebilir!
Küreselleşme servet dağılımını bozdu
Küreselleşme denilen kuralsızlık 1980 senesini takip eden on beş yıl içinde, küresel gelir ve servet dağılımını hatırı sayılır ölçüde bozdu. Monetarist yaklaşım olarak anılan yaklaşım seti bu sonuçta belirleyici oldu. Ekonomik desteğe ihtiyaç duyan gelişen ekonomilere dayatılan yaklaşımlar kısa vadeyi kurtarıyor olsa da sorunları ağırlaştırdı. Özelleştirmeler ve diğer yaklaşımlar ile kamunun küçültülmesi, küresel sermayenin hareket yeteneğini sınırlayan tüm düzenlemelerin kaldırılarak ayrıcalıklı üretim faktörü haline getirilmesi, salt para politikası uygulamaları ile ekonomiye müdahale edilmesi 1990’lı yılların ikinci yarısındaki olumsuzlukların sebebi oldu; gelir ve servet dağılımındaki bozulma hızlanırken yoksulluk sınırının altında çok tehlikeli bir yoğunlaşma yaşandı.
1995 ve 2001 yılları arasında ciddi krizler yaşandı; bu dönemin sonunda refahını artırmaya devam edebilen ve büyüyen ekonomi kalmadı. Söz konusu dönemin başında, para otoriteleri veri bağımlısı olduklarını itiraf etmek zorunda kaldılar ve hızla Monetarist yaklaşımdan uzaklaşmak durumunda kaldılar. Sürdürülebilir olmaktan çıkan eğilimler nedeniyle ABD önderliğinde geleneksel olmayan politika setine geçişle birlikte bulaşıcı krizler kronikleşmeye başladı. Asya, Rusya, Latin Amerika derken 2000 yılında ABD Ekonomisi de tehlikeli türden bir durgunlukla tanışmak zorunda kaldı. 2002 sonrasında ise günü kurtarmak adına girilen süreç ise, denize düşenin yılana sarılmasından başka bir şey değildi; gelir ve servet dağılımlarını bozarak ve borçlulukta aşırılık sınırlarını zorlayarak küresel krizlerin altyapısını hazırladı.
Faliyed dışı gelir yaratmak için her türlü çılgılık devreye sokuldu
Faaliyet gelirlerinin artırılamıyor ve azalmasının engellenemiyor olması ve Yeni Dünya Düzeni konusunda belirleyici olmak isteyen güçlerin zamana ihtiyaç duyması, ekonomi tarihindeki akışı farklılaştırdı. Faaliyet dışı gelir yaratmak ve sorunların ağırlaşması pahasına herkesi uyutarak günü kurtarmak adına her tür çılgınlık devreye sokuldu; tüm erken uyarı sistemleri devre dışı bırakıldı. İnsanlar gelirlerinden daha fazla tüketim ve yatırım harcaması yapmaya teşvik edildi; kısa vadeli borçlar ile varlık değerlerinin balonlaştırılması ve sistemik çözümsüzlüğün gizlenmesi için her yol denendi. 2008 yılındaki küresel kriz bu eğilimlerin doğal sonucu idi. Değişmeyen işleyiş nedeniyle bir sonraki küresel krizin gelişen ekonomiler merkezli olacağı da biliniyordu!
Son beş yıldır risk alma isteği azaldıkça ve aşırılık sınırlarını zorlayan ekonomiler daha kırılgan hale geldikçe, gelir ve servet dağılımındaki bozulmanın tahammül sınırlarının çok üzerine çıktığı belirginleşiyor. Müptelası olunan borç bulmak zorlaştıkça, ayaklarını yorganına göre uzatmamış olanların dengesi bozuluyor; bu durumun, diğerlerinin kabusu haline dönüşmesi de kaçınılmaz oluyor!
Artık faaliyet dışı gelir yaratan pozisyonlar küçültülemiyor ve zarar üretmesi önlenemiyor. Riski alanlar, bunları finanse edenler, söz konusu işlerdeki aracılıklardan nemalananlar kıvranıyor; bilançolar sarsılıyor ve yıpranıyor. Sarıldıkları yılanın kendi sonları anlamına geldiğini yeni yeni kavramaya başlıyorlar, fakat bu konudaki farkındalığı geciktirmeyi başarı saymakta ve aldatacak adam arama fırsatı bulmakta teselli arıyorlar! Sıkı para ve maliye politikalarında çözüm arama gafletinde olanlar, herkesi aptal yerine koyma gafletinden kurtulamıyor, Arjantin’in son IMF deneyimine yönelik finansal ilgisizliğin sebeplerini sorgulayacak cesareti bulamıyorlar!