Gerçekler acıdır!..
Küresel piyasa eğilimlerindeki genel görünüm orta vade açısından tek başına önemli bir şey söylemiyor. Risk alma isteğindeki değişimlere paralel olarak fiyat oynaklıkları ve işlem hacimleri dalgalanıyor. Biraz detaya bakıldığında Arap Baharı sonrasında gelişmiş ekonomiler ile gelişmekte olanlar arasında yaşanan ayrışmanın, benzer şekilde finansal piyasalar ve emtialar arasında da yaşanmakta olduğu görülüyor. Belli ki bu ayrışma genelinde spekülatif ilgi farklılaşmış: gelişmekte olanlar ve emtialar aleyhine ve diğerleri lehine değişmiş. Söz onuşu eğilimlere koşut bir şekilde İlk dönemlerde azalan küresel kırılganlık, geride bıraktığımız senenin Mayıs ayı sonrasında artış eğilimine girmiş. Genel görünüm kesinlikle durumun iyiye gittiğini ve bir çeşit normalleşme yaşandığını söylemiyor.
Bu aşamada gelişmekte olan ekonomilerin çok yönlü baskılar altında bunaldığını görmek, yaşanan ve yaşanacak jeopolitik gelişmeleri sürpriz saymamak gerekiyor. Söz konusu bölgelere ilişkin durgunlaşma beklentileri kendi kendini besleyerek güçleniyor. Gerileyen emtia fiyatları ve azalan risk alma isteği paranın devir hızını düşürürken, gelişmelerin kontrol altına tutulabilmesini zorlaştırıyor; olumsuz beklentiler daha belirleyici hale geliyor.
Kıtlaşan kaynakları paylaşabilmek ve barış içinde yaşamayı sürdürebilmek, imkansızlaşma eğilimi sergiliyor. Sistemi oluşturan kurumsal yapı günü kurtarmak adına bu konudaki farkındalığın ortaya çıkmasını engellemeye çalışıyor; fakat kalıcı çözümler tam aksini gerektiriyor. Salt emtia fiyatlarındaki gerilemeye bakarak bu bizi rahatlatır demek ve büyük resmi görmezden gelmek, züğürt tesellisinden öteye gidemiyor.
Bir yandan yukarıda özetlemeye çalıştığımız tablo ve diğer yandan kısa vadede yeniden azalan fiyat oynaklıkları ve işlem hacimleri, fırtına öncesi sessizliğini anımsatıyor; bir çeşit bekle gör dönemine girdiğimizi düşündürüyor. Durum böyle olunca kırılganlıktaki artışı reddetmek pek mümkün olamıyor. Gelişmekte olan ekonomileri sarsan eğilimlerin, gelişmişler için de çok ciddi bir tehlike olduğunu görmek ve aksi yöndeki değerlendirmelere itibar etmemek gerekiyor.
Bu aşamadan sonra ne gelişmişlerdeki siyasi iradelerin, nede Merkez Bankalarının yapabilecekleri fazla bir şeyleri yok: sadece doğrudan veya dolaylı olarak, sarsıntıyı sözel müdahaleler yolu ile yumuşatarak zamana yaymaya ve bu süreçte olası kayıplarını azaltmaya çalışabilirler. Güç dengesini kendi lehine çevirme hedefl i girişimler ise maceradan öteye gidemeyebilir, yan tesirleri olası faydanın çok üzerine çıkabilir. Bu aşamada sormak gerekiyor: veri koşullarda neleri yapmalı ve hangi eğilimlerden ısrarlı bir şekilde kaçınılmalı? Çok sisli bir havada ava çıkılır veya bulanık suda balık avlanır mı? Yapılması gerekeni mi, yoksa aksini mi yapıyorsunuz? Hayaller ile gerçekleri ayrıştırmanın zamanı gelmedi mi?