Gerçek hangisi?
Dün gazetelerde Başbakan Tayip Erdoğan'ın basın toplantısında söylediklerine ilişkin kimi değerlendirmeleri okurken doğrusu şaşırdım. ABD kökenli küresel mali kriz ve Türkiye'ye muhtemel etkileri konusunda ekonomiden sorumlu bakanları "her şey yolunda, bize bir şey olmaz" dedikleri için eleştirenler özetle aynı şeyleri söyleyen Başbakan'ı dinleyince birden "mutluluk demeçleri" verir olmuşlardı.
Başbakan'ın ekonomik durum ve krizle ilgili söylediklerini tekrarlamaya gerek yok; önceki gün televizyon kanallarında dün de gazetelerde geniş biçimde yayımlandı. İş dünyasının kimi önde gidenleriyse daha birkaç öncesine kadar küresel kriz karşısında AKP hükümetini, ekonomi yönetimini "ilgisiz" ve "hareketsiz" kalmakla eleştiriyor; gerekli tedbirlerin alınmasını istiyorlardı.
Keşke, o haberlerin kupürlerini kesip saklasaymışım. İhmal ettiğim için hayıflandım. Ne güzel şimdi birkaç gün önce söylenenlerle dün söylenenleri alt alta koyup sorabilirdim: Hangisi gerçek? Birkaç gün içinde ne değişti ki küresel krizin Türkiye ekonomisi üzerinde yarattığı "tehdit dinamikleri" bir anda buharlaştı? Tehlikeye dikkati çekenler de "kriz tellalı" oluverdi?
Ve, ekonomiyi yöneten siyasi ve bürokrat kadrolar, ekonomiye yön veren iş dünyasının "kaptanları" ne yapacaklar da bu kriz hem "bize dokunmayacak" hem de yepyeni "fırsatlar" yaratacak? Bugünün dünya konjonktüründe kim kimin önüne "fırsat kapılarını" açacak da, ekonominin aktörleri o kapılardan hiç zahmetsiz girip "bakırı altına çeviren simyacı" efsaneleri yaratacaklar?
TİSK de mi?
Kimse kusura bakmasın: İş dünyasında bazı önde gidenlerin birkaç gün içinde değişen görüşleri ve Başbakan'ın basın toplantısında söyledikleri, krizin küresel yapısının, ABD ötesindeki etki dinamiklerinin, Türkiye üzerindeki tehditlerinin gerçek niteliği ve boyutlarıyla hiç kavranmadığını gösteriyor.
İş dünyasının bir kesimindeki bu kavrayışsızlık, krizin Türkiye'ye zarar verme ihtimalinden çok daha ciddi bir sorun. Çünkü, tehdit karşısında tedbir refleksini köreltici, "ataleti" tetikleyici bir rol oynuyor. Ama, küresel krizi gerçek niteliğiyle kavrayan, ciddiye alan ve bakış açılarını Başbakan'a göre değil, gerçek durum temelinde oluşturanlar da var.
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) ekonominin sanayi kanadında geniş ve etkin bir kesimi temsil ediyor. Bu kimliğiyle meseleyi çok farklı ve gerçekçi kavrıyor. Dolayısıyla lâfı "bize bir şey olmaz", "krizi fırsata çeviririz" gibi temelsiz yaklaşımlarla çevirmeden, somut uyarılarda bulunuyor.
Aslında sadece TİSK değil, iş dünyasında kurumsal çatı örgütlerin sözcüleri de meseleye aynı frekansta bakıyor. Saymaya kalkarsak Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'dan başlayıp diğerlerini de ekleyebiliriz. Dikkate alınması gereken gerçekçi uyarılar bu kesimden geliyor.
TİSK'in krizle ilgili açıklaması, "afaki" yaklaşımların aksine somut bir tehlikeyi ve tedbirleri işaret ediyor. Ama önce, 16 Eylül'de "büyüme" ile ilgili açıklamasıyla şu mesajı veriyor: Ekonominin maddi temelleri, örneğin sanayi sağlam değilse ne doğru dürüst büyüyebilirsin ne de krizlerle baş edebilirsin. Bu çerçevede TİSK'in krize bakışı şu:
"Gerek ithalat ve ihracatımız, gerekse finans sektörümüzün AB ve ABD ile entegrasyon düzeyi dolayısıyla ekonomimizin, ABD'de büyük tahribat yaratarak Avrupa'ya doğru ilerleyen ve son günlerde dış ticaretimizde önemli yer tutan Rusya'yı da etkisi altına alan bu kasırgadan etkilenmeyeceği düşünülemez. Kaldı ki, zaten Türkiye ekonomisi kendi konjonktürel koşulları nedeniyle hızla durgunluk ortamına doğru ilerlemektedir."
TİSK, ekonominin yapısal sorunları nedeniyle krize karşı "oldukça zayıf konumda" bulunduğunu da vurgularken, hükümeti çözüm için harekete geçmeye çağırıyor: Ekonomik kazanımların kaybedilmemesine yönelik tedbirleri belirlemek üzere hükümet, sosyal taraflar ve toplum kesimleriyle mutabakat halinde bir eylem planı oluşturulmalı ve uygulamalı; Ekonomik ve Sosyal Konsey bu amaçla acilen toplanmalıdır." İşte gerçek bu. Gerçek ötesi ise, onu bunu "kriz tellallığıyla" suçlayıp, Başbakan "durum iyidir" dedi diye, mutluluk ıslıkları çalmak...