Genelkurmay Başkanı'nın "medya" mesajları ve düşündürdükl
27 Ağustos'ta Genelkurmay
Başkanlığı'nı Org. İlker Başbuğ'dan
devralan Org. Işık Koşaner, devir
teslim töreni sırasında önemli mesajlar
verdi.
Medya ile ilgili olanlarına dikkat
çekmek istiyorum.
Önce Orgeneral Işık Koşaner'in
söylediklerine yorumsuz olarak
bakalım:
Türk Silahlı Kuvvetleri, kamuoyunun
bilgilendirilmesinde ve düşüncelerinin
şekillendirilmesinde medyanın
oynadığı rolün öneminin bilincindedir.
Medyanın Türk Silahlı Kuvvetleri'nin
faaliyetleri hakkında da bilgi alması ve
kamuoyunu aydınlatması kaçınılmaz
bir zorunluluktur.
Bu nedenle, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni
ilgilendiren konularda, medya kanalı
ile kamuoyuna doğru ve zamanında
bilgi verilmesi temel prensiptir.
Medyanın doğru haber ve yapıcı
eleştirileri daima dikkatle
incelenmektedir. Doğru haber ve
önyargısız eleştirilere kimse bir şey
diyemez. Esasen buna ihtiyaç da
vardır.
Tabii ki, basın hürdür ve sansür
edilemez. Buna hiçbir itiraz da
olamaz.
Basından beklenen ise gerçekten hür
olmasıdır.
Bilhassa Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili
haber ve yorumlarda, bu hürriyetten
yoksun bazı medya organlarının
bilerek veya bilmeyerek kamuoyuna
gerçek dışı bilgiler aktardığı,
gerçeklerle bağdaşmayan
yorumlar/değerlendirmeler yaptığı
üzüntü ve endişe ile izlenmektedir.
Basın özgürlüğünün, Türk Silahlı
Kuvvetleri açısından asılsız haber
yapma, kamuoyunu yanıltma,
kışkırtma, endişeye düşürme
özgürlüğü olmaması gerekir.
Belli düşüncelerin sesi olarak, Türk
Silahlı Kuvvetleri'nin yapısının ve
temel değerlerinin hedef alınarak,
bunların "değişim" bahanesiyle
"değiştirilmeye" çalışılması ziyadesi ile
endişe vericidir.
Bir medya organında Türk Silahlı
Kuvvetleri hakkında yer alan bir
iddianın, doğruluğu hiç
düşünülmeden veya hiçbir
incelemeye gerek duyulmadan diğer
medya organlarınca da peşinen doğru
kabul edilerek sürekli işlenmesi, yasal
yönden bir suç kabul edilmese de,
etik değerlerle bağdaşmaz.
Bazı medya organları için etik
değerler söz konusu olmasa da, saygı
değer medya kuruluşlarımızdan
beklentimiz; haber ve yorumlarında
biraz daha titiz ve dikkatli
davranmalarıdır.
Genelkurmay Başkanlığı'nca, Türk
Silahlı Kuvvetleri ile ilgili konularda
kamuoyuna doğru ve zamanında bilgi
verilmesi için her türlü iletişim imkanı
kullanılmaya devam edilecektir.
Medya kuruluşlarının doğrudan
olabilecek bilgi taleplerine mümkünse
hemen, değilse gerekli bilgiye
ulaşmayı müteakip en kısa sürede
cevap verilmesine gayret edilecektir.
Medya kuruluşları ile daha yakın,
doğrudan ancak iyi niyete dayalı
temas kurulmasına ve ihtiyaç
duyulduğunda Türk Silahlı
Kuvvetleri'nin faaliyetleri hakkında
"bilgilendirme" toplantıları yapılmasına
devam edilecektir.
Genelkurmay'ın basının en azından
bir kesimiyle sorunları var.
Bu rahatsızlık dönem dönem dile
getirildi.
Gerçi, yeni Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Koşaner, merak edilen bazı
konulara hiç girmedi. Örneğin, kimi
gazete ve gazetecilere uygulanan
"boykot" konusuna değinmedi.
Ancak, yine de bir genelkurmay
başkanının, konuşmasında medya
üzerinde bu kadar durduğunu ne
gördük ne işittik.
Anlaşılan ortada bir ihtiyaç var.
Bu ihtiyacın nereden kaynaklandığı
ortada.
Uzun yıllar boyunca, Türk Silahlı
Kuvvetleri'nin, Türk medyası üzerinde
özel bir konumu ve etkisi vardı.
O özel konum sağlıklı değildi. Ordu
eleştirilemez bir kurum olarak
görülüyordu.
Sorgusuz, sualsiz biat ediliyordu.
Son dönemde ise tersine bir gelişme
var.
Şimdi TSK'yı hedef haline getirmek
moda oldu.
Medyanın bir grubu askeri sürekli
eleştirmeyi kendine misyon edindi.
"Gerçek niyet nedir?" tartışmasına
girmeyeceğim.
Sadece, Org. Koşaner'in
söylediklerine ilişkin mesleki olarak
düşündüklerimi paylaşmak istiyorum.
Onun ötesinde, bana göre, dün
yapılan ne kadar yanlışsa bugün ordu
yöneticilerini topun ağzına koyup
başka güç odaklarını ise alabildiğine
desteklemek ve bundan hangi şart
altında olursa olsun vazgeçmemek de
o kadar yanlış.
Doğrusu, medyanın tüm iktidar
odaklarına eşit uzaklıkta durması…
Bu gazetecilik mesleğinin ilkesi.
Öyle körü körüne bir ilke değil bu.
Hayatla bire bir bağı olan bir ilke.
Askeri, siyasi, ekonomik, kültürel veya
ideolojik…
Medya, bütün iktidarlara uzak durmalı.
Nedeni basit:
Sadece meslek ilkeleri öyle dediği için
değil…
Bizzat vatandaşın çıkarı için.
Çünkü toplumun ihtiyacı ve de
yararına olan bu.
Bilginin eğilip bükülmeden, üzerinde
oynanmadan, sansürüz verilmesi…
Salt bir ilke meselesi değil…
Bir gereklilik!
Bir başka ilkemizdir:
Gazeteci, haberini yazarken,
kendinden ekleme yapmaz.
Ne kadar ilgi çekici olursa olsun…
Çünkü bu yönlendirmedir.
Kandırmacadır.
Birinci elden görgü tanıklarının
ifadelerini aktarmaktan uzaklaşan her
haber, "haber" olmaktan da uzaklaşır.
Gazeteci tanık olmadığı açıklamaları
ya da olayları doğrulatmadan zihninde
birleştirdiğinde bu bir kurgunun
ötesine geçmez.
Gazetecilik kitaplarında böyle
eklemelerle yapılan yanlış
yönlendirmeleri konu alan ünlü
örneklerden biri Birinci Dünya Savaşı
sırasında Çanakkale'deki
çarpışmalarla ilgilidir. Le Martin
Gazetesi o günlerde şu sözleri bir
Fransız askerine mal ediyordu: "Bizi
hiçbir şey durduramıyordu. Önde
ilerliyorduk, koca yiğitlerimiz Türkleri
süngülerinin ucuyla kaldırıyorlardı."
Belki ilk okuduklarında Fransızların
hoşuna gitmişti. Ama gerçek değildi.
Gazeteciliğin özünde "doğrulama
disiplini" vardır.
Gazeteciliği, kurgudan ayıran budur.
Propagandadan da…
Yanlış anlaşılmasın.
Ne kurgu ne propaganda "yalan"
demek değildir.
Örneğin propaganda, gerçekleri de
içerebilir.
Ama sadece bazılarını.
Bazı gerçekler seçilir ve hakiki amaca
hizmet etmek için kullanılır.
İkna etmek için…
Yönlendirmek için…
Kurguda da olaylar vardır.
Ancak kurgu, doğası gereği
senaryolara dayanır.
Sizin "gerçek" olarak adlandırdığınız
olaylara…
Hollywood'da olur.
Yeşilcam'da olur.
Kurtlu, vadili, TV dizilerinde olur.
Eğlendirmek ya da düşündürmek
için…
Gerçek farklıdır.
Gerçekten ne olup bittiği ile
ilgilenmek de farklıdır.
Propagandadan… Kurgudan…
Edebiyattan…
Siz ünlü bir roman yazarı
olabilirsiniz.
Kitapları çok satan bir edebiyatçı
olabilirsiniz.
Yazdıklarınız janjanlı, kaleminiz
kuvvetli olabilir.
Her şeye rağmen "doğrulama
disiplininden" yoksun olduğunda
yazdığınız "gerçek" değildir.
Ne kadar ses getirirse getirsin.
Gazetecilik değildir.
Çünkü gazetecilik bir olayı aktarırken,
neyin gerçekten meydana geldiği ile
ilgilidir.
Ve sadece doğrulama ilkesine sahip
gazetecilik disiplini gerçeğin peşine
düşebilir.
Gerçeğin anlatımı söz konusu
olduğunda, diğer her şeyin içi
boştur.
Gazetecilik bir temas ve mesafe mesleğidir
Hubert Beuve-Mery, Le Monde Gazetesi'nin üç kurucusundan biriydi.
Onu bu göreve, yani Le Monde'u kurma görevine, İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna yaklaşıldığı bir dönemde (Aralık 1944) General De Gaulle atadı.
Bir hükümetin başı tarafından göreve atanmış olmasına rağmen, Beuve-Mery'nin ve dolayısıyla Le Monde'un tarihi basın özgürlüğü için mücadele tarihidir.
Geçenlerde Ragıp Duran, Akşam gazetesindeki bir röportajında Hubert Beuve-Mery'nin "gazetecilik bir temas ve mesafe mesleğidir" sözlerini hatırlattı ve ekledi:
"Bu temasın ve mesafenin ayarı nedir'i saptamak gazetecinin bilgisine, becerisine, tecrübesine kalmış. Biz de tabii mesafe eksikliği var. Temas bol hem de sıcak
ama mesafe yok. Hiç kimse size kendi aleyhinde haber sızdırmaz. Sızdırılan tüm haberler söz konusu
kurumun karşıtlarının aleyhinedir. Siz "kova kaleci" iseniz sızdırılan tüm haberleri matah bir şeymiş gibi doğrulamadan yayınlarsanız, onların aracı haline gelirsiniz."