Gelişmiş ülkeleri kurtaramasak da kendimizi kurtarabiliyoruz

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Çin ve diğer hızlı büyüyen gelişmekte olan ülkelerin Avrupa ve ABD'de yeniden başgösteren ekonomik soğumayı dengelemesi olanaksız gözüküyor. Böyle bir oluşum için öncelikle bu ülkelerin yüksek tasarruf oranlarını düşürmeleri, diğer bir ifadeyle daha fazla tüketerek gelişmiş ülkelerden ithalatlarını artırmaları gerekiyor. Aslında, ülke içi tasarruflara salt cari denge hesapları açısından bakıldığında, gerçekten de kriz sonrasında BRIC'lerin cari fazlalarını bir miktar azalttığı, hatta Brezilya'nın cari açığa döndüğü görülüyor. Ancak bu bakış açısı oldukça yanıltıcı olabilir. Kriz sonrasında küresel likiditenin artmasıyla birlikte biz de dahil olmak üzere gelişmekte olan ülkelere akan sıcak para cari fazlayı otomatik olarak azaltmakta. Ancak aynı dönemde BRIC, Türkiye ve Güney Afrika'nın Merkez Bankası rezervlerinin de ciddi miktarlarda arttığı görülüyor. (Bu ülkelerdeki kümülatif rezerv artışları 2008'de 270 milyar, 2009'da $ 320 milyar ve 2010'da $ 417 milyar olmuş.) Diğer bir ifadeyle bu ülkelerde ortalamada cari fazla azalıyor gibi gözükmesine rağmen giren "fazla" para ithalatı artırmak yerine merkez bankalarının rezervlerini artırmış.

Öte yandan, Avrupa ve ABD'yi kurtaramasa bile, gözüken o ki, biz de dahil olmak üzere gelişmekte olan ülkeler son yıllardaki istikrarlı performanslarını sürdürecekler. Türkiye özeline baktığımızda ise, görünürdeki çok yüksek cari açığa rağmen son büyüme rakamlarının da teyit ettiği gibi ekonomik performansta ciddi bir ivme kaybı hâlâ söz konusu değil. Açıkçası, gelişmiş ülkelerin ister istemez gevşek para politikalarını daha uzunca bir süre devam ettirecek olmaları bizim gibi ülkelerin avantajına. Ayrıca MB politikaları sayesinde paramızın (özellikle diğer gelişmekte olan ülkelere karşı) değer kaybetmiş olması da bizim için ek bir avantaj yaratmakta.

Şimdiden, düşük kurun etkisi kısmen Temmuz ayı Ödemeler Dengesi rakamlarına yansımış durumda. Cari açık geçen senenin aynı ayına göre $ 1.7 milyar artmış olmasına karşın, bu senenin Haziran ayına göre $ 2.4 milyar azaldı. Her ne kadar ikinci yarıyılda kümülatif cari açığın MB Başkanı Başçı'nın iddia ettiği gibi $ 25 milyar dolar seviyesine gerilemesi oldukça zor gözüküyorsa da, açığın belirgin bir şekilde ivme kaybedeceği açık.

Asıl sevindirici gelişme ise ihracatta görülen artış. Ekonomi Bakanlığı tarafından açıklanan ihracat kayıt rakamlarına göre Ağustos ayında ihracatımız önceki yılın aynı ayına göre % 37 gibi hiç de küçümsenemeyecek bir oranda artmış bulunuyor. Ana ihracat pazarımız AB'de ekonomik soğuma emareleri artmakta iken böyle bir artış gerçekleştirilmiş olması önemli. Bu durumu açıklayıcı bir kaç faktörden söz edilebilir: Birincisi, tabii ki, TL'nin değer kaybının Türkiye'nin göreceli rekabetçi konumunda yarattığı iyileşme. İkinci bir faktör, Türkiye'nin yeni dış pazarlar yaratmış olma ihtimali (Bunun için, henüz yayınlanmamış olan ülke bazındaki ihracat istatistiklerini incelemek gerekiyor). Üçüncü bir etken ise Türkiye'nin daha ucuz alternatif ürünler ihraç ediyor olması olabilir. AB bölgesindeki bir ekonomik yavaşlama aynı zamanda bu ülkelerdeki tüketicilerin daha pahalı mallardan daha ucuz mallara yönelmesini de beraberinde getiriyor. Bu bağlamda, daha ucuz Türk mallarının talebi artabilir bile. (Örneğin, Avrupalı tüketici AB'de üretilen lüks ve pahalı bir araba almak yerine, Türkiye'de üretilen daha ekonomik bir arabayı almayı tercih edebilir.)

Yılın 2. yarısında, gerek baz etkisi, gerekse de son 5 çeyrektir çok yüksek artış gösteren yatırım harcamalarının doğal olarak bir miktar hız kaybedecek olması nedeniyle büyüme hızımızda göreceli bir azalma söz konusu olacak. Ancak, küresel likiditenin devam edecek olması ve 2. çeyrekte büyümeye %5 oranında menfi etki yapmış olan dış ticaretin bu etkisinin ilerleyen dönemlerde ortadan kalkacak olması, toplam 2011 büyümesini %5 civarında olan beklentilerin oldukça üzerine, %7'lere taşıyabilir. Böyle bir durumda, ister istemez enflasyon endişeleri de tekrar gündeme gelecektir. Ancak MB hâlâ çıktı açığı var olduğu ve ekonomide enflasyonist bir ısınma riski olmadığı görüşünü korumakta. Nitekim, son dönemdeki yüksek yatırım harcamalarının ekonominin toplam kapasitesini artırarak çıktı açığının daralmasını engellemiş olması mümkün gözüküyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019