Gelişmekte olanlar da yavaşlıyor!
Küresel kriz sonrasında gelişmiş ülkeler para politikalarını gevşeterek, imkanı olan gelişmekte olan ülkeler ise hem para, hem de maliye politikalarını gevşeterek durumu toparlamaya çalıştılar, hâlâ da çalışıyorlar. (Bu süreçte, gelişmiş ülkelerde para musluklarının açılmasının uluslararası piyasalara erişimi olan bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için ayrıca bir avantaj yarattığı da yadsınamaz.) Ancak...
Uluslararası kuruluşların son yaptıkları tahminler gelişmekte olan ülkelerin ortalama büyüme hızlarının ciddi şekilde yavaşlamakta olduğunu ve gelişmiş ülkelere yakınsama hızlarının düştüğünü göstermekte. Örneğin, 2008 yılında (Çin hariç) gelişmekte olan ülkelerin ABD ekonomisine kişi başına milli gelir olarak yakınsama hızı %6 iken, bu oran son tahminlerle birlikte neredeyse sıfıra yaklaşmış vaziyette.
Zaman içinde fakir ülkelerin zenginlere yaklaşması Robert Solow’un fakir ülkelerde sermayenin az olması nedeniyle sermaye getirisinin yüksek olacağı ve bu ülkelere sermaye akımlarının artması sayesinde emek verimliliği ve kalkınmanın artacağı tezine dayanır. Bu süreçte gelişmiş ülkelerin teknolojik üstünlük avantajının da gelişmekte olanların bu teknolojileri daha çabuk ve daha ucuza adapte etmesiyle büyük ölçüde ortadan kalkacağı öngörülüyordu. Ancak işin gerçeği şu ki, özellikle 80’li yıllarla birlikte Dünyada serbest ticaret ve sermaye hareketlerinin yaygınlaşmasına rağmen Uzak-Doğu’daki bir kaç istisna dışında, bu öngörüler pek de gerçekleşmedi. (Çoğu ekonomist bu durumu gelişmekte olan ülkelerdeki kurumsal altyapı eksikliklerine veya yanlışlıklarına bağladı.)
2000’li yılların başlaması ile birlikte ise Solow’un tezini destekler şekilde gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızlarında neredeyse topyekun artışlar görüldü. Ancak bu durum kısa sürmüşe benziyor çünkü bugünlerde bu durumun istisnai bir dönem olduğu konuşulmaya başlandı. İstisnai bir dönem olmasının önemli bir sebebi “Çin faktörü”. Çin, 90’lı yıllarda giderek artan ve 2000’li yıllarda tepe noktalarına ulaşacak bir şekilde Dünya ticaretiyle eklemlenmeye başladı. Ucuz işgücü başta ABD olmak üzere gelişmişlerin yatırımlarını ve emek-yoğun sanayilerini bu bölgeye kaydırmasına yol açtı. Ancak bu durum artık bir nihayete ermiş gözüküyor. Çin ikinci bir kez daha sanayileşecek değil.
Bu dönemde Dünya ticaretinin hızlı bir şekilde artmasındaki 2. bir faktör de ulaştırmada (konteynır ve limanların yaygınlaşması vs.) ve bilgisayar ve haberleşme teknolojilerinde (tasarımların dijital ortamda gönderilmesi vs.) meydana gelen sıçrama ile birlikte ticarete konu olan malların ve bunların arz zincirlerinin artmasıydı. Ancak burada da sınırlara gelindi ve eski büyüme hızlarının yakalanması artık pek mümkün değil.
Bugünden sonra Çin’in yolundan giderek sanayileşmek isteyen ülkeler için de kötü haberler var. Teknolojik gelişmeler artık imalat sanayinde bile emek-yoğun üretimin payını azaltmış durumda. Pek çok gelişmiş ülke artık üretimlerini sermaye- yoğun teknolojiler kullanarak yapıyorlar. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerde imalat sanayi istihdamı da yeterince artamıyor.
Bütün bunlara bir de artık neredeyse kesinlik kazanmış olan gelişmiş ülkelerin uzun dönemli durgunluk (secular stagnation) sürecine girdiği gerçeğini de eklersek, önümüzdeki dönemlerde gelişmekte olan ülkelerin ticaret kanalıyla yüksek hızlı büyüme oranlarına erişmelerinin çok zor olduğu görülüyor.
Bu yeni dönemde emek verimliliğini artırmaya devam eden gelişmekte olan ülkeler ise daha avantajlı olacaklar. Maalesef Türkiye bu ülkelerden biri değil. Türkiye 2003-2008 yılları arasında emek verimliliğini yılda ortalama %6.1 oranında artırmıştı. Ancak 2009’dan beri emek verimliliği yerinde saymakta. Emek verimliliğini artırmanın tek yolu ise yatırım harcamalarını artırmak.
Sonuçta denilebilir ki, “ne var canım, hepimiz aynı teknede değil miyiz, biz yavaş büyüyeceksek, Dünya ekonomisi de daha yavaş büyüyecek.” Evet de, biz 2009’dan beri halının altında ciddi riskler de biriktirdik. Türkiye’nin büyüme hızının düşmesi gün be gün bu risklerin ortaya çıkmasına ve bizim de ciddi şekilde negatif ayrışmamıza neden olabilir.