Gelişmekte olan ülkeler ayrışıyor…
Piyasayı takip eden iktisatçılar arasında 2007 ve öncesinin ana tartışmalarından birisi Amerikan ekonomisinin yumuşak mı, sert mi ineceği idiyse, 2007 sonrasındaki ana tartışmalarından birisi de gelişmekte olan ekonomilerle gelişmiş ekonomilerin 'ayrışıp' ayrışmayacağıydı.
Yumuşak iniş - sert iniş tartışması, Amerikan ekonomisinin 'çakılmasıyla' sonlandı. Şimdi yeni soru uçağın öngörülebilir bir zaman dilimi içinde tamir edilerek piste konulup konulamayacağı.
Eldeki bilgilere baktığımda ben kendi adıma bu sürecin çok uzun süreceğini düşünüyorum. Avrupa ve Japon ekonomilerinde de enkaz kaldırma çalışmaları devam ediyor. Dolayısıyla, gelişmiş ekonomilerde durum iç açıcı değil. Bu ekonomilerin kendi kurumlarının ve IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların projeksiyonları da rakamsal olarak aynı olmasalar da bu yönde.
Öte yandan, gelişmekte olan ülkelerde durum eskisinden kötü olmakla birlikte şu an itibariyle gelişmiş ekonomiler kadar vahim değil: Özellikle Çin ve Hindistan'ın 2008 büyüme rakamları ve 2009 projeksiyonları oldukça yüksek. Afrika ve Latin Amerika ekonomileri de tabii olarak krizden etkilenmiş olmalarına rağmen, ABD ve Avrupa ekonomileri kadar mutsuz değiller.
Bu şaşırtıcı bir şey ve krizin birinci senesinin dolmasına yaklaşırken 'ayrışma'nın' bir teorik olasılık olmaktan çıkıp şu an itibariyle bir realiteye dönüştüğünü gösteriyor.
Gelişmekte olan ekonomilerin değişik ölçülerde ihracat kanalıyla gelişmiş ekonomilere bağlı olduğu düşüncesi/gözlemi, mantıken ABD, Japonya ve Avrupa'daki tarihi kriz ve daralmanın gelişmekte olan ülkelere yayılmasını gerektiriyor. Ancak son yaklaşık bir sene içinde bu mekanizmanın beklendiği gibi işlemediğini görüyoruz.
Neden böyle oluyor? Öne çıktığını düşündüğüm bazı sebepler şunlar:
Birincisi, gelişmekte olan ülkeler dünya ekonomisinin hâlâ yüzde 30'u civarında paya sahip. Bu nispi küçüklük bu krizde gelişmekte olan ülkelerin direncini artırıyor. Bu, Çin gibi büyük ölçüde ihracata dayalı bir ekonomi için de geçerli. Küresel kriz, Çin gibi nispeten küçük bir ekonomiyi, Japonya gibi yine ihracata dayalı ama çok daha büyük ve dünya ekonomisine hem reel hem finansal açıdan çok daha entegre bir ekonomiye göre daha az vuruyor.
İkincisi, krize, gelişmiş ülkelere göre daha sağlıklı yakalanan gelişmekte olan ülkelerin kendi aralarındaki hem reel hem de finansal ilişkiler geçmişe göre daha güçlü. IMF'den Ayhan Köse ile Columbia Üniversitesi'nden Eswar Prasad, Foreign Policy dergisinde (web) çıkan makalelerinde gelişmekte olan ülkelerin kendi aralarındaki ticaretin son yirmi yılda iki katına çıktığını hatırlatıyorlar. Yine aynı iktisatçılar, Çin'in son dönemde aldığı doğrudan yatırımın üçte ikisinin gelişmekte olan Asya ekonomilerinden geldiğini ve Çin'in de birçok gelişmekte olan ekonomiye yatırım yaptığının altını çiziyorlar.
Üçüncüsü, gelişmekte olan ülkelerinin içinde önemli sayıda meta ihracatçısı olması ve bunların son yıllardaki ihracatlarından elde ettikleri yabancı paralarla rezervlerini güçlendirmeleri. Buna Çin, Tayvan gibi, meta dışı ihracatçıları da eklemek gerekiyor. Öte yandan petrol ihracatçısı olan gelişmekte olan ülkeler açısından fiyatların krizin tam ortasından şu anki seviyeleri dahi de tarihi yükseklikte.
Bu arada, metaların hâlâ para etmesinin Çin sayesinde olduğunun altını çizelim. Çin, meta ihracatçısı ülkelerin mallarını ucuz ancak becerikli işgücüyle ucuz nihai ürünlere çevirerek tüm dünyanın kullanımına sunuyor. Eğer Çin adlı büyük fabrika olmasaydı dünya ekonomisi bugün durma noktasına gelebilirdi. Ancak, aynı zamanda bu büyük fabrika özelikle gelişmiş ülkelerdeki sanayi kaybı sürecini de (de-industrialization) hızlandırıyor. Fiyat elastikiyetini (yani ucuza rağbeti) artıran mevcut kriz bittiğinde gelişmiş ülkelerin büyük sanayi kaybına uğramış olacaklarına emin olabilirsiniz.
Son olarak, gelişmekte olan ülkelerin büyük kısmı krize düzgün makroekonomik dengeler içinde yakalandılar. Bu ülkelerin demografileri de krizi nispeten hafif atlatmalarına yardımcı oluyor.
Gelişmekte olan ülkelerin bu krizden yara almadan çıkmaları söz konusu değil. Ancak ortada en azından şu an itibariyle bariz bir ayrışma olduğu da kesin.