Gelişen ekonomilerin para otoriteleri çok zorlanıyor!
Başta Türkiye olmak üzere gelişen ekonomilerin önemli bir kısmı, küresel düzeydeki risk alma veya riskten kaçınma eğilimlerinden aşırıya kaçan oranda etkileniyor. Olumlu beklentiler piyasa eğilimleri üzerinde belirleyici olduğunda mucize yarattıkları iddia ediliyor, aksi olasılıkta ise kırılgan olarak anılmaktan ve kaderine terk edilmekten kurtulamıyorlar. Sermaye akımları, söz konusu ekonomilerin kendi ihtiyaçlarından bağımsız olarak gereksiz şekilde gevşemesine veya sıkılaşmasına sebep olabiliyor. Bu durum içinde bulunduğumuz koşullarda, oldukça ciddi bir sistemik risk unsuru olarak karşımıza çıkıyor.
Evet, merkez bankalarının para politikası uygulamaları konusunda araç bağımsızlığına sahip olması, başka bir deyişle özerkliği gereklidir; fakat yeterli olmuyor. Söz konusu uygulamaların ne kadar sıkı veya gevşek olacağının, büyük ölçüde sermaye akımları tarafından belirlenmesinin de bir şekilde engellenebilmesi ihtiyacını hesaba katmak gerekiyor. Bu yapılamadığında iyimserliğin belirleyici olduğu koşullarda sorun ve dengesizliklerin büyümesine kayıtsız kalınabiliyor; beklentiler olumsuzlaşmaya başladığında ise kırılganlık kaçınılmaz olarak artabiliyor ve gelişmelerin kontrol dışına çıkarak yıkıcı olma olasılığı güçleniyor.
Hemen yukarıda özetlemeye çalıştığımız açmazı oldukça yoğun bir şekilde yaşıyoruz. Ekonomimiz durgunlaşıyor, ancak olumsuz dış koşullar para politikasının sıkılaştırılmasını gerektirdiği için kötüye gidişe gereken ölçüde müdahale edilemiyor. Olumsuz eğilimin yönünü değiştirmek için para politikasını gevşetmeniz gerekiyor, fakat bu durumda döviz kuru yükselişe geçeceği ve tüm beklentileri bozacağı için pek bir şey yapılamıyor. Dış koşullar düzelene kadar beklemek ve yaşanabilecek olumsuzluklara katlanmak gerekiyor; düzelmez ise neler yaşanabileceğini kimse düşünmek bile istemiyor ve çözüm de aramıyor!
Bazı kesimler, Merkez Bankası yasasında görev tanımında değişiklik yapılarak bu açmazın hafifletilebileceğini iddia ediyor: fiyat istikrarı yanı sıra büyüme konusunda da sorumluluk üstlenmek zorunda bırakılması durumunda bir rahatlama olacağı öne sürülüyor. Bu görüşe kesinlikle katılmıyoruz; sürdürülebilir büyüme olmadan fiyat istikrarı da olamaz. Merkez Bankamızın büyümeden sorumlu olmadığı söyleminin ekonomik bir değeri yoktur. Ayrıca görev tanımını değiştirseniz bile, sermaye hareketlerinin para politikası üzerindeki etkisini azaltmak adına herhangi bir şey yapmış olmuyorsunuz.
Bugünkü duruma düşmemek adına ekonomi konusunda önceden belirlenmiş aşılmaması gereken sınırlarımız olmalı idi ve küreselleşme denilen kuralsızlığa kayıtsız ve şartsız teslim olmamalıydık! Sorunları ağırlaştırma pahasına ilkesizce günü kurtarmaya çalışmamalı ve yabancı kaynaklara aşırıya kaçan oranda bağımlı hale gelmemeliydik! Portföy yatırımları ve kısa vadeli borçlar konusundaki gelişmeleri, farklı koşullarda kırılganlık yaratmasını önleyecek şekilde kontrol altında tutabilmeliydik! Cari açığın hesapsızca büyümesine ve tasarruf açığının alıp başını gitmesine izin vermemeliydik! Ne yazık ki bu yanlışların hepsini yaptık ve küresel koşullarda hiç istemediğimiz şekilde olumsuzlaşmaya başladı.
Bugün bunalıyoruz: ekonominin durgunlaşmasını ve daralmaya koşmasını, maliyet kökenli enflasyon baskıları ile birlikte işsizliğin artmasını önleyemiyoruz. Bütçe gelirleri azalmaya başladığı için maliye politikasını gevşetmenin faydası ise yan tesirlerinin gerisinde kalıyor. Çaresizlik büyüdükçe dikkatler para otoritesi üzerinde yoğunlaşıyor, fakat umulan mucize gerçekleşemiyor! Küresel düzeydeki en yetkin kişileri para otoritesinin yönetimine getirseniz, ne yazık ki sonuç değişmez! Zira sıkıntı kişilerin liyakatinden çok sistemik tıkanmadan kaynaklanıyor. Durum böyle olunca da, orta vadede belli sıkıntıları göz alarak kalıcı çözümü model değişikliğinde aramak gerekiyor.
Para otoritesinin yaşadığı açmaz, buzdağının görünen kısmı niteliğindedir ve kökleri derinlere kadar inmektedir. Küresel ölçekte belirsizliğin arttığı ve her bir ekonominin kendi başının çaresine bakmaya odaklandığı bir ortamda, gerçekçi olamamanın çok vahim ve yıkıcı sonuçlar üretebileceğini acilen dikkate almak gerekiyor. Bu konu ihtiyaca uygun model değişikliğini zorunlu kılıyor ve başka bir şekilde tatlıya bağlanabilmesi pek mümkün görünmüyor!