Gelir dağılımı düzelmeden istikrar sağlanmaz

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF [email protected]

Son aylarda dünyada giderek yayılan kitlesel olayların büyük ölçüde, ekonomik kriz sonrası artan işsizlikten kaynaklandığına şüphe yok. Çığ gibi büyüyen işsizlik, ekonomik sorunları artırmanın dışında sosyal dokuda da büyük yaralar açıyor. İşsizlik sadece, üretim, gelir ve beşeri sermayede kayıplara neden olmuyor; gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkelerde gelir dağılımını da bozuyor. Krizin patlak verdiği ABD ve borç kriziyle boğuşan AB de bu tablonun içinde.

Zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olduğu bir yapıdan ekonomik ve sosyal istikrar adına fazla birşey beklemek zor. Gelir dağılımındaki bozulmanın geçmişte yaşanan krizlerdeki payı büyük. Önlem alınmadığı takdirde gelecekte de bunların benzerleri yaşanabilir.

Gelir dağılımının ölçülmesinde kullanılan gösterge 1912 yılında İtalyan istatistikçisi Corrado Gini tarafından geliştirilen Gini Katsayısı. 0 ve 1 arasında değer alan katsayının 1'e yaklaşması gelir paylaşımının bozulduğuna işaret ediyor. ABD'de 1968'de 0.38 olan Gini Katsayısı 2010'da 0.47 olmuş. Yani gelir dağılımındaki bozulma artmış. Federal Nüfus Dairesi'nin, 1980'den bu yana milli gelirin yaklaşık yüzde 5'nin orta sınıftan toplumun en zengin kesimine kaydığını gösteren raporu da bunu teyit ediyor. En zengin sınıfın gelirinde geçen yılki artış 650 milyar dolar. Azımsanacak bir rakam değil. Zenginlerin ödedikleri vergilerin arttırılması gerektiğini sürekli yineleyen Obama ve milyarder Warren Buffet bu bakımdan pek de haksız sayılmazlar. Kamuoyu yoklamalarına bakılırsa bu ikilinin görüşlerine destek artıyor. Geçenlerde New York eyaletinde yapılan bir anket, halkın yaklaşık yüzde 70'nin çok kazanandan çok vergi alınması düşüncesini desteklediğini ortaya koydu.

Gelir dağılımındaki bozulma öteden beri iktisatçıların ilgisini çeken konulardan biri olmuştur.

Bireylerin eğitim ve sağlık durumlarından yaşadıkları bölgelere; sahip oldukları kıymet ve becerilerden şansa kadar birçok faktör bunda etkili. Örneğin, yüksek eğitimli işgücünün çalışma hayatına daha yüksek ücretlerle başlaması gelirde farklılık yaratan bir unsur. ABD'de bu konudaki çalışmaların ortaya koyduğu bulgular ilginç. 1960'ların başında yüksek eğitim görmüş bir işçiyle lise eğitimi almış bir işçi arasındaki ücret farkı yaklaşık yüzde 50 iken, günümüzde bu oran yüzde 100'lere yaklaşmış bulunuyor. Yüksek eğitimli işgücünün sayısındaki artış dikkate alındığında ücretlerin düşmesi beklenirken tam tersine artmış olmasının nedeni, yüksek eğitimli işgücüne olan talepteki sürekli artış. Eğitimin dışında, küreselleşme ve beceriye dayalı teknolojik gelişme de yüksek eğitimli işgücüne olan talebi arttıran etkenler arasında.

Bilgisayar ve iletişim teknolojisindeki ilerlemelerin yüksek eğitimli işgücünün verimliliğini ve buna bağlı olarak talebini arttırması, ücret artışlarına yol açıyor. İş bununla da bitmiyor; küreselleşme sonucu ürün ve finans piyasalarının entegrasyonu sadece gelişmiş ülkelerde gelir dağılımını kalifiye işgücü lehine değiştirmiyor; aynı zamanda düşük nitelikli işgücünü gelişmekte olan ülkelerin aynı grupta yer alan işçileri karşısında daha korumasız hale getiriyor.

Gelir dağılımındaki bozulmanın göstergelerinden biri lüks mallara olan talepteki artış. The Wall Street Journal'in haberine göre, derinleşen borç krizi ve birçok ülkede yavaşlayan ekonomik büyümeye karşın aralarında Audi, BMW ve Mercedes'in yer aldığı lüks araba satışları krize meydan okurcasına artmış. BMW'den yapılan açıklama, 2011'deki satışların hedef satış miktarının 1.6 milyon üzerinde olacağını gösteriyor. Eylül satışlarının bir yıl öncesine göre yüzde 17 artarak 120,200'ye ulaştığını açıklayan Audi firmasının Çin'e yaptığı ihracat yüzde 33'lük bir artışla 30,000'e yaklaşmış. Firmanın satışlarının arttığı ülkeler arasında son aylarda kemer sıkma önlemleriyle birlikte birçok olayın yaşandığı İngiltere ve İspanya da var. Bu iki ülkedeki işsizlik ise sırasıyla yüzde 8 ve 21.

Sürekli büyüme, fiyat istikrarı ve yüksek istihdam gibi gelir paylaşımındaki iyileşme de ülkelerin makroekonomik hedefleri arasında yer alıyor. Esasen, bu hedefler arasında bir uyumsuzluk da söz konusu değil. İstihdam artışı ve gelir dağılımının iyileşmesi ekonomilerin büyümeleriyle yakından alakalı. Yatırımlardaki artış kadar teknolojik gelişme ve nitelikli işgücünün varlığına da bağlı olan büyümeyi uzun vadede etkileyen faktörlerin başında ise eğitim geliyor. Kriz sonrası ortaya çıkan yüksek işsizliğin gelir dağılımını iyice bozarak yüksek eğitimi bir çok ülkede orta sınıflar açısından ulaşılması zor bir meta haline getirdiği açık. Bunun önüne geçmek ve büyümenin yolunu açmak için hükümetlerin eğitim alanında, geniş kitlelerin yüksek ve kaliteli eğitime kolayca ulaşmalarını sağlayacak düzenlemeler yapmaları şart. Uzun vadede büyümede istikrar ve adil gelir dağılımını sağlamak için bu zorunlu.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016