Gelin trafik cezalarında ezber bozalım
İşten çıktınız, arkadaşlarınızla oturdunuz bir yerde, iki bira içtiniz ya da birkaç kadeh şarap veya bir duble rakı. Sonra geçtiniz direksiyona ve evinize gidiyorsunuz. Trafik kontrolü var, durduruldunuz ve 0.50 promilden fazla alkollü olduğunuz anlaşıldı. İlk kez başınıza geliyorsa bu bu durum, 1.003 lira ceza yiyorsunuz, ehliyetinize de altı ay el konuluyor. Geriye doğru beş yıl içinde ikinci kez bu suçu işlemişseniz ceza 1.257 lira, ehliyete el koyma süresi iki yıl. Son beş yılda üç ve daha fazla alkollü araç kullanırken yakalandınız mı para cezası 2.018 liraya, ehliyete el koyma süresi beş yıla uzanıyor.
"Az bile" mi diyorsunuz bu ceza için? Belki az, ama belki de çok; nereden baktığınıza, nasıl değerlendirdiğinize bağlı...
Alkollü araç kullanan trafikte her an bir olaya karışabilir, her an bir kaza yapabilir. Ceza da muhtemel kazaları önlemek için veriliyor ya zaten. Yani alkollü biri, "testiyi kırmadan dayağı yiyor"...
Peki ya alkollü olmayan ama "testiyi sürekli kıranlar"...
***
Kırmızı ışıkta geçmeyi alışkanlık haline getirenler?
Hani şu takip mesafesi denilen bir kavram var ya, onun ne olduğunu adeta hiç duymamış gibi öndeki aracı yüksek hızda bile üç beş metreden takip edenler?
Sollama yasağı işaretini de, düz çizgiyi de hiçe sayıp önündeki aracı sollayarak hem kendini, hem karşısına çıkabilecek araçtakileri tehlikeye atanlar?
Emniyet şeridini işgal edip polisin, ambülansın, itfaiyenin yolunu tıkayanlar?
Elinden cep telefonunu düşürmeyenler; hatta araç kullanırken konuşmaktan geçtik, mesaj atanlar?
Şehir içinde tek yönlü yollara ters yönden giren, hatalı olduğunu bildiği için de o yoldan hemen çıkabilmek için aşırı hız yapanlar?
***
Alkollü birine niye ceza veriliyor; kırmızıda geçer, yaya kaldırımına çıkar, önündeki araca çarpar, yolda slalom yapar, trafik güvenliğini tehlikeye düşürür diye değil mi... Bunların hiçbirini yapmasa bile...
Peki alkollü olmadığı halde bu ihlalleri yapanlara neden daha az ceza veriliyor?
Alkollüsünüz, kırmızıda duruyorsunuz. Yakalanırsanız cezanız 1.003 lira ve ehliyetiniz altı ay alınıyor.
Ayıksınız, ama kırmızıda durmuyorsunuz. Yakalanırsanız cezanız 235 lira. Ehliyetinizi alan da yok.
Elinizde telefon en az alkollü olanlar kadar tehlike yaratacak şekilde araç kullanıyorsunuz; dikkatinizi fena halde konuşmaya vermişsiniz, yakalandınız mı alacağınız ceza 108 lira.
Hangisi daha büyük suç? Biri testiyi kırmamış ama "kırabilir" diye fena halde dayak yiyor... Diğerleri ise testiyi kırmak ne kelime paramparça etmiş ama daha az dayakla kurtuluyor.
***
Hangi cezayı diğerine yaklaştırmalı peki? Alkollü araç kullanana daha az mı ceza vermeli, yoksa kırmızıda geçene, telefonda konuşarak araç sürene daha fazla ceza mı uygulamalı?
Yapılması gereken belli tabii ki. Aynı sonucu doğuracak eylemlerin cezaları birbirine yakın olmalı. Ama bu yaklaştırma işlemi bazı cezaları azaltarak değil, az olanları artırarak yapılmalı.
Yani alkollü araç kullanmak kadar tehlikeli bir hal alan telefonla konuşarak, mesaj atarak araç kullanmaya 108 lira gibi komik bir ceza uygulamaktan artık vazgeçilmeli.
Göz göre göre, bir dakikayı bile bulmayacak bir süre kırmızıda beklememek uğruna yayaların üstüne, diğer araçların üstüne aracını sürerek kırmızıda geçenler 235 lira ceza ile kurtulamamalı.
Cezalar kesinlikle yukarı çekilmeli. Direksiyona alkollü geçen ama alkollü olmaktan başka hiçbir trafik ihlali yapmayana bin liranın üstünde ceza verirken, diğer ihlallerin cezası, sürücü alkollü değil diye çok daha aşağılarda olamaz, olmamalı.
***
Trafik sorunu partiler üstü bir sorundur. Türkiye'de siyasi partiler nasıl terör karşısında bir olabiliyorsa trafik teröründe de ortak bir sese, ortak bir duruşa ihtiyaç vardır.
Geçen hafta da vurguladığımız gibi ne yazık ki sürücülerin çoğunun trafik suçu işlemeye yatkın olduğu bir ortamdayız ve böyle bir ortamda tek başına hiçbir parti bu teröre karşı bayrak açmaz, açamaz.
Peygamber Ocağı
İnsan evinde yediği yemekten bile zehirlenebilir. Kullandığınız malzeme bayattır, fark etmeyebilirsiniz. İşyerinde başınıza gelebilir bu. Çok ünlü bir restoranda yersiniz yemeğinizi, yine zehirlenmeniz söz konusu olabilir.
Bazı yiyecekler çok kısa sürede bozulabilir ve zehirlenme gibi olumsuzluklar yaşanabilir.
Ama... Ama anne babaların bir yandan gurur duyarak, bir yandan da terör yüzünden yürekleri pır pır ederek asker ocağına gönderdikleri evlatlarına bir takım soysuzların olmadık yiyecekleri satma cesareti göstermeleri... Onları zehirlemeleri... Ve son olarak at eti yedirmeye bile kalkışmaları, buna cesaret edebilmeleri...
Bunu yapmaya kalkışanlar soysuz da... Bunun yapılmasına göz yuman birileri var ise, onlara ne demeli?
Bu konunun ne büyük sorun olduğu nihayet anlaşıldı da hükümet duruma el koyma gereği hissetti.
"Böyle vergi mükellefleri vardı"
Çok eskiden Maliye'de görev yapmış bir dostla sohbet ederken vergi mükelleflerinin yıllar içinde nasıl değiştiğine geliyor konu.
"Bakın size bir şey anlatacağım" diye başlıyor konuşmasına dostumuz:
"Yirmi beş, otuz yıl önceydi. Türkiye'nin tanınmış firmalarından biri. Vergi Usul Kanunu gereğince defterlerini istedik. Verdiğimiz süre içinde firma sahibi iki dirhem bir çekirdek elinde seyahat valiziyle yanında bir çalışanıyla vergi inceleme elemanlarının odasına girdi. Sonra yanındaki çalışanına dışarıda beklemesini söyledi. Biz şaşkın, neden böyle seyahate çıkar gibi geldiğini sorduk. Valizin içi defterlerle doluymuş meğer. Aldığımız yanıtı hiç unutamam. Şirket sahibi, 'Ben defterlerimi Maliye istedi' dedirtmem diye konuştu ve işyerindekilere seyahate çıktığını söylediğini aktardı(...) Türkiye'de böyle vergi mükellefleri vardı. Bir de şimdiye bakıyorum da..."
Bir dönemin herhangi bir açığı olmadığı halde denetime girmiş olmaktan bile rahatsızlık duyan vergi mükelleflerinden, bugünün vergi kaçıramadığı için dövünen vergi mükelleflerine...
EMG
Bir süredir sağ kolumun pazu kısmında yaşadığım ağrı için geçenlerde EMG-elektromiyografi çektirdim. Kesin tanı için en iyisi MR çektirmekti ama göğsümde bypass operasyonundan kalan teller yüzünden bu mümkün değildi.
EMG'nin nasıl bir işlem olduğunu okumuştum. Kimileri "Öldüm bittim" diyordu, kimileri de "Abartacak bir şey yok" görüşündeydi.
Can yakan bir tetkik yapıldığında en iyisi başka şeyler düşünmeye çalışmak. Hele hele o uygulamaya "yakışan" şeyler bulursanız, dikkatinizi daha kolay dağıtabiliyorsunuz. Ben de öyle yapmaya gayret ettim, bir yandan da nörolog neler yapıyor, onu izliyordum.
Önce bileğimde belli noktalara elektrik verildi ve parmaklarım inisiyatifim dışında hareket etmeye başladı. Tuhaf bir histi ama bunun hiç önemi olmadığını hemen anladım.
Ardından yine belli kaslara incecik bir iğne sokuldu, bu insanı fena yapıyordu.
Beteri varmış, o iğneyle birlikte çok az da olsa elektrik verilince işkenceye maruz kalıyorum sandım.
Sanki nörolog alıştıra alıştıra ilerliyordu; son aşamada kasımın içindeki iğneyi sağa sola oynatmaya, yani kasın içini "karıştırmaya" başladı, bir yandan da elektrik...
Ben iyice düşüncelere dalmışım. Bir kasın içinde bile böyle şeyler oluyor ve insanın canı yanıyorken, toplumlar içlerine sokulan kocaman kocaman bölücülerle, elektrik yayanlarla ve bir yandan da karıştırıcılarla karşılaştığında kim bilir neler neler yaşanıyor...