Gelenekleşen ziyaretler: KKTC ve Azerbaycan
Cumhurbaşkanı Erdoğan gelenek haline geldiği üzere, seçim sonrası ilk ziyaretlerini Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Azerbaycan’a yaptı. Verdiği mesajlar önümüzdeki 5 yıllık süreçte Türk dış politikasının Kıbrıs ve Türk dünyası için neleri barındıracağını da işaret ediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, KKTC’nin önemli iki sorunu olan “havalimanı” ve “elektrik” konularının hemen giderileceğini belirtti ki; bu KKTC için hem dışa açılma hem de üretim ve istihdam yaratılması için önemli. Kıbrıs sorunu konusundaki sözleri ise tam bir uluslararası mesajdır.
Erdoğan, çok açık şekilde, Kıbrıs Türkünün azınlık olarak görülmesini kabul etmeyeceklerini, müzakere masasına geri dönülecekse bunun yolunun KKTC’nin tanınmasından geçeceğini ifade etti. Yani “Bize tanınma dışında bir alternatifle gelmeyin” dedi.
Kıbrıs Türklerini adada azınlık haline getirebilecek uygulamaları içeren ve Türkiye’nin savunma planlarını tamamen değiştirecek Annan Planı’na Türkiye ve Kıbrıs Türkleri “Evet” demesine rağmen Rumlar “Hayır” demişti.
Planın kabulüne rağmen, Kıbrıs Türklerine verilen sözlerinin tutulmamasının yanında “Hayır” diyen Rumlar ödüllendirilerek, tüm Kıbrıs’ı temsilen AB üyesi yapıldılar.
Dünyada, nedensiz ambargoya maruz bırakılan tek halk Kıbrıs Türkleridir. Bundan sonraki süreçte Türkiye için Kıbrıs meselesi tanınmanın dışında kabul görmeyeceğine göre AB, ABD ve Rumlar için Türkiye’yi başka şartlar öne sürerek masaya oturtmak zor olacak.
Uluslararası ortam, Kıbrıs konusunda Türkiye’nin kullanabileceği bir yapıda ve Erdoğan’ın sözleri uluslararası kamuoyunu alıştırma anlamı da taşıyor. Bundan sonraki süreçte dış politik adımlar hep tanınma üzerine olmalıdır.
Bir bakmışsınız işin içerisine Türk dünyası ile Türkiye ile çok yakın ilişkileri olan Pakistan, Macaristan, Bangladeş gibi ülkelerin yanında Rusya ve Çin de dahil olmuş. Cumhurbaşkanı, Ercan Havalimanı’ndan doğrudan Bakü’ye uçtu. Bakü’de her zamanki gibi “bir millet iki devlet” anlayışıyla karşılandı. Azerbaycan televizyonları benim de bazılarına yorumcu, bazılarına demeç vererek katıldığım birçok program ve haber yaptılar.
Bu programlarda şahsıma en çok sorulan soru, CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz’ün “44 Gün Savaşı” sırasında bir TV kanalında yaptığı “Maalesef gelen haberlerde, Türkiye’den Azerbaycan’a silah yardımı yapıldığı ve söylentilere göre cihatçı grupların da Azerbaycan’a gönderildiği ifade ediliyor” cümleleri oldu. Bu cümleler büyük yankı yapmış.
Türkiye’deki seçimlerin çevremizdeki ülkelerde büyük kitlelerce takip edildiğini anlıyoruz. Bu durum muhalefet için bir ders niteliğinde. Keza, Azerbaycan gibi halklar arasında etkileşiminin yüksek olduğu ülkelerdeki endişe ülke içi oylara fazlasıyla yansıyor.
İki ülke, Şuşa Beyannamesi’yle ikili ilişkilerde duygusal kavramların ötesine geçerek, güçlü bir müttefiklik yarattı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaret sırasında vurguladığı Şuşa’da başkonsolosluk açılması, Zengezur Koridoru’nun önemi, enerji işbirliğinin Avrupa’ya yansıması, Türkiye-Azerbaycan Üniversitesi’nin kurulmasının kararlaştırılması, müttefikliğin çok boyutlu olduğunu gözler önüne serdi.
Türkiye ve Ermenistan arasında 2009 yılında imzalanan protokoller, Azerbaycan-Türkiye ilişkilerini kopma noktasına getirmişti. O günden sonra ilişkilerin geldiği boyut yalnızca iki ülkeyi etkilemiyor, tüm Türk dünyasını ve kendini bu dünyaya yakın hisseden tüm halkları etkiliyor.
Bunu 44 Gün Savaşı’nın sonrasında daha açık olarak gördük. Türkiye’nin desteği diğer Türk devletlerinde bir güven duygusu yarattı. Bu duygunun getirisi, Türk Konseyi’nin Türk Devletleri Teşkilatı’na dönüşmesi oldu. Şimdi sıra önce ekonomik sonra siyasi bütünleşmede…