Gelecek için doğa hakları ve tarım
Dün 10 Aralık İnsan Hakları Günü ve aynı zamanda Toprak Ana Günü'ydü. İnsan hakları konusundaki gelişmeler her yıl hazırlanan rapor ve etkinliklerle değerlendiriliyor.
Hafta sonu Muğla'da Doğa Hakları konuşuldu… Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca'nın çabaları ve Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün'ün ev sahipliğinde doğa hakları belki de ilk kez bu kadar ayrıntılı olarak ele alındı.
"Yaşam Alanları İçin Adalet/Doğa Hakları Çalıştayı" kapsamında düzenlenen 7 oturumda Cumhuriyet Halk Partisi Tarımdan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Orhan Sarıbal, bir çok üniversiteden bilim insanları, doğa hakları savunucuları, Trakya'dan, Ege'den, Marmara'dan, Karadeniz'den, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan çevre ve doğa konusunda duyarlı, bölgelerindeki doğa katliamına karşı direnenler, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri görüşlerini, önerilerini dile getirdi. Aydın İncirliova Kızılca Köyü kadınları toplantıya katılarak Jeotermal Enerji Santralleri'nin tarımsal üretime verdiği zararı dile getirdi.
Gülizar Biçer Karaca, bu çalıştay sonrasında "Doğa Hakları Politika Belgesi" hazırlayacaklarını ve uygulanması için çaba göstereceklerini söyledi.
Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün, kıyıları, turizm, tarihi dokusu ve tarımsal üretimiyle Muğla'yı bir mücevhere benzeterek: "Topraklarımızı, kıyılarımızı, derelerimizi, sularımızı kirletmeye, yok etmeye çalışıyorlar. Hep birlikte bu talana karşı durmamız gerekiyor" dedi.
Doğa-tarım ilişkisi
Moderatör ve konuşmacı olarak katıldığımız Doğa Hakları Çalıştayı'nda doğa-tarım ilişkisi ve etkileşimi konusunda dile getirdiğimiz görüşlerimiz özetle şöyle:
Doğanın parçası olan atalarımız bundan 12 bin yıl önce toplayıcılık ve avcılıktan tarımsal üretime geçti. Tarımsal üretime geçişle birlikte doğayı değiştirmeye, dönüştürmeye başladı. Başlangıçta doğayla uyumlu bir ilişki temelinde yaşamını sürdüren, doğadan beslenen atalarımız zamanla doğaya hükmetmeye, ileriki yıllarda yok etmeye başladı.
Bugün, yok edilen, kirletilen, dönüştürülen doğayı yeniden kazanma ve koruma arzumuzu “Doğa Hakları” ile dile getiriyoruz.
Günümüzde doğa tarım ilişkisine baktığımızda; iki yönlü bir ilişkiden söz edebiliriz.
Birincisi; tarım ve gıda üretimi, özellikle endüstriyel boyuttaki üretim doğaya zarar veren faaliyet alanlarından birisi oldu.
İkincisi; doğanın kirletilmesi, hoyratça kullanılması, yok edilmesi sonucu tarımsal üretimi yapılamaz hale geliyor.
Tehdit altında olan sadece doğa değil, gıda güvencesi, yaşam hakkı da tehdit altında. Doğanın korunması, gıda güvencesi, sağlıklı yaşam için doğa ile dost tarımsal üretim yapmak zorundayız.
Kimyasallar geleceği tehdit ediyor
Tarımsal üretimde doğaya en çok zarar veren unsurlardan birisi, gübre, zirai ilaç ve diğer kimyasalların yoğun kullanımı. Kimyasalların verdiği zarar geleceği tehdit eder noktaya geldi. Atıkların doğaya kontrolsüz bırakılması. Tek tip tohum ve üretimle biyoçeşitliliğin yok edilmesi.Toprak ve su kirliliği ile doğal dengenin bozulması ve kontrolsüz balık avcılığı diğer önemli faktörler.
Uygulanan tarım politikalarında çevre, doğa, doğal yaşam konuları ne yazık ki hep gözardı edilir.
Hükümetler, kalkınmanın sadece sanayi, inşaat, enerji ve madencilikle sağlanacağına inanıyor, tarımı yok sayıyor. Sanayi hamlesi, barajlar, köprüler, yollarla övünülürken, tarım görmezden geliniyor. “Patates mi üreteceğiz, otomobil mi üreteceğiz”, “İki zeytin ağacı kesilmesin diye karanlıkta mı kalalım” yaklaşımı var. Bu yaklaşım çevreyi, doğayı yok ediyor.
Korumaya alınan ovalara termik santral yapılıyor
Tarımın vazgeçilmez kaynağı toprak. Son yıllarda ülke topraklarını korumak adına pek çok yasal düzenleme yapıldı. Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Yasası, Büyük Ovaların Korunması gibi yasal düzenlemeler ne yazık ki kağıt üzerinde kalıyor.
Büyük ovaların koruma altına alınması kapsamında 258 ova "Tarımsal SİT" ilan edildi. Bu ovalardan Eskişehir Alpu Ovası ve Kırklareli Ovası'na termik santral kurulması için çalışma başlatıldı.
Enerji, turizm, madencilik, konut gibi birçok yatırım için tarım alanları, ovalar yok ediliyor. Acele kamulaştırma ile tarım alanları üretim dışına çıkarılıyor. Hidroelektrik Santralleri ile dereler kurutuluyor. Yanlış avlanma ile denizlerde balık çeşitliliği yok oluyor.
Toprak ve su kaynakları yok ediliyor
Türkiye tarım topraklarını kaybediyor. Bir yandan yüksek girdi fiyatları nedeniyle çiftçi üretim yapamazken bir yandan tarım toprakları amaç dışı kullanıma açılarak çiftçiye tarımdan kazanamadığı geliri ranttan sağlaması cazip hale getiriliyor. Büyükşehir Yasası ile köyler mahalleye dönüştürülerek, tarım toprakları ve doğa üzerindeki rant baskısı daha da artırıldı.
Tarımı seven, doğayı, çevreyi koruyan belediye başkanları bu yasayı doğa yararına değerlendirirken, gözlerini rant bürümüş başkanlar bu yasayı doğayı, çevreyi ve tarımı yok etmeye yönelik kullanabiliyor.
Sadece tarım toprakları değil, doğal yaşamın vazgeçilmezi olan su kaynakları da hızla tüketiliyor.
İklim değişikliğinin etkisi
Doğa haklarını, doğal yaşamı, tarım ve gıda üretimini tehdit eden en önemli gelişmelerden birisi de iklim değişikliği. İklim değişikliğinin tarıma etkileri kadar, tarımın da iklim değişikliğine büyük etkisi var. İklim değişikliğini artık yaşamımızın her alanında hissediyoruz. İklim değişikliğini konuşmadan doğa haklarını konuşamayız.
Sonuç olarak; Çevreye, doğaya, arıma bakışın değişmesi gerekiyor doğa ile dost, çevreyi kirleten değil koruyan, tarımsal potansiyeli değerlendirecek istikrarlı, orta ve uzun vadeli politikalara ihtiyaç var