Geleceği gündelik sorunlara ipotek etmeyelim
Geçtiğimiz hafta binlerce kişi kamu görevinden uzaklaştırıldı. Bunlar arasında üç yüzden fazla akademisyen bulunuyor. Hocaların önemli bir bölümü, üzerinden bir hayli zaman geçmiş olan Barış Bildirisi’ni imzalamış olmaktan dolayı işlerini kaybettiler.
Bir insanın işinden ve mesleğinden uzaklaştırılması çok ağır bir yaptırımdır. Kişiyi görevden uzaklaştırmak için, görevde kalmasının çok büyük sakıncalar yaratması ya da göreviyle hiçbir şekilde bağdaştırılamayacak bir suç işlemiş olması gerekir ki, buna karar vermek idari veya siyasi bir tasarruf olmayıp, bir yargı kararı olmalıdır.
Görevinde kusurlu davrandığı iddia edilen kişinin, görevini sürdürmesinde büyük sakınca mütalaa ediliyorsa, geçici olarak işten el çektirilmesi, bu süre içinde de eylemlerinin incelenmesi ve yargı denetimine tabi tutulması her zaman mümkündür.
Barış Bildirisi’ni imzalayan akademisyenler ise bir görev kusuru işlemiş değiller; toplumu meşgul eden bir soruna ilişkin görüşlerini ifade etmiş bulunuyorlar. Bu kendilerinin vatandaş olarak hakkıdır. Eğer açıkladıkları düşüncelerde suç unsuru varsa, ki olabilir, o zaman savcılık harekete geçer; yargı suç işlenip işlenmediğine karar verir. Buna karşılık, görüşlerin hükümet tarafından beğenilmemesi, izlenen politikalara ağır eleştiriler getirmesi, demokrasi ile yönetilen ülkelerde doğal eylemlerdir.
Eleştiri toplumsal değişme ve yenileşmenin itici gücüdür. Dikkat edin, yozlaşma, çürüme, toplumsal sorunlarla baş edememe, fikir özgürlüğü olmayan toplumlarda çok daha sık rastlanan hastalıklardır. Bir toplumda düşünce özgürlüğünün alanı ne kadar geniş tutulursa, o toplum sorunlarını o kadar daha kolay aşar. Ayrıca, farklı görüşlerin ifadesine tahammül, toplumsal gerilimleri de düşürür.
Barış bildirisi üniversite çevrelerinde kalem alındığından, bildiriyi imzalayanların çoğunluğu akademisyenlerden oluşuyor. Düşüncelerini ifade etmeleri nedeniyle mesleklerinden olmaları, ülkeye biri kısa vadeli, diğeri uzun vadeli iki tür zarar veriyor. Kısa vadede, zaten birçok alanda kadro yetmezliği çeken kurumlar, hocalar atılınca daha da zayıflıyor.
Oluşan güvensizlik ortamı ise en donanımlı hocaların üniversite veya yurt dışına kaçmasını teşvik ediyor. Böylece, öğrenci yetiştirme işlevi fazlasıyla aksıyor. Basınımızda her gün “dünyanın önde gelen ülkeleri arasında ancak iyi yetişmiş nüfusla yer alabiliriz” mealinde yazılar çıkarken, ülkenin önde gelen üniversitelerindeki uzmanları uzaklaştırmak ne derece isabetlidir, siz karar verin. Uzun vadede ise daha da ciddi sorunlarla karşılaşmamız önlenemez.
Düşüncenin cezalandırılması, üniversitelerdeki özgür tartışma ortamını yok eder. Özgür tartışma bitince, yaratıcılık da biter. Yaratıcılık olmadan büyüklerimizin bize vaat ettiği parlak geleceğe ulaşmanın imkanı kalmaz. Gündelik sorunlar karşısında hoşa gitmeyen tepkileri engelleyelim derken, geleceğimizi ipotek etmeyelim.