Geleceğe hazırlanmak
2017 yılını bitiriyoruz. Bu noktada artık kalıplaşmış bir egzersiz haline gelmiş olan değerlendirme yazıları yazılır. Biten yılda neler olduğu gözden geçirilir. Gelecek yıla dönük ilk öngörüler yapılır. Ben geçen yazımda bu geleneğin gereğini yerine getirdim. 2017 yılını kendime göre gözden geçirdim, gelecek yıla ilişkin ufak tefek öngörülerimi dile getirdim. Böylece bu yılbaşının ödevini yapmış oldum. Ama bunu yaparken hep bir eksiklik hissettim. Bu öyle yazdıklarımda eksiklikler olduğu hissi gibi bir şey değil. Bu tür eksiklikler bizim yazdığımız türdeki makalelerde hep olur. Aklımı kurcalayan bu değil. Bu yılın başında içime yerleşen eksiklik duygusu ekonomiye salt “bu sene-gelecek sene” çerçevesinde bakmanın artık yeterli olmayacağı düşüncesinden kaynaklandı. Yer kürenin geldiği noktada bu tür kısa vadeli değerlendirmelerin ötesine geçmenin, bulunduğumuz noktanın uzağına da bakıp geleceğin ne tür olasılıklar taşıdığını irdelenmesinin de gerekli olduğunu düşünüyorum.
Bir süredir yer kürede derinden yürüyen bir değişme ivmesinin günümüzde hızlandığı ve daha belirgin hale gelmeye başladığı görülüyor. Bu değişme dinamiğinin başlangıcını 2007-2008 krizinin hemen arkasına takmak mümkün. Küresel kriz bir tıkanıklığın ürünüydü. Tıkanıklığın özünde neo-liberal kapitalizmin açmazları ve bu bağlamda küreselleşmenin olmaz noktalara kaydırılması yatıyor demek yanlış olmaz. Krizden çıkış sürecinde ortaya çıkan değişme güdüsü bu tıkanıklıklara bir tür çözüm arayışını tetikledi diye düşünüyorum. Kapitalizmin tarihinde bu ilk kez olmuyor kuşkusuz. Her nefesi kesildiğinde iki yoldan birisini seçerek ya da her ikisini de aynı anda devreye sokarak kapitalizmin yeniden nefeslendiğini biliyoruz. Söz konusu iki seçeneği topyekun savaş ya da dev boyutlu bir teknolojik dönüşüm olarak tanımlamak mümkün. Geriye dönüp bakarsanız bundan önceki sistemik tıkanmaların dünya savaşları veya teknolojik atılımlar (devrimler) ile, çoğu kez de bunların ikisinin bir biri peşi sıra devreye girmesiyle aşıldığını görürsünüz. Savaşlar iktisadi alanın yeniden düzenlenmesi ve refahın yeniden dağıtılması imkanını veriyor, teknolojik atılım da krizde kaybedilen refah düzeyinin telafi edilmesini ve bu bağlamdaki kazanımın ileriye taşınmasını sağlıyor diye düşünebilirsiniz.
Kendi adıma kapitalist dünyanın son on yılda böyle bir ikili çözüm arayışı içinde olduğunu düşünüyorum. Bir tarafta hacimli sayılabilecek sıcak çatışmalar var. Bir tarafta da dördüncü sanayi devrimi olarak adlandırılan teknolojik değişim dinamiği hızla devreye giriyor. Bu günün küresel koşulları bu iki dinamiğin el ele yürümesini gerektiriyor. Günümüzün nükleer dengeleri krizin getirdiği tıkanmayı topyekun bir savaşla aşmaya imkan vermiyor. O nedenle bu dönemde iktisadi alanın savaş marifeti ile yeniden düzenlenmesi ve refahın yeniden dağıtılması ancak parçalanmış savaşlarla mümkün olabiliyor. Her yan kan revan içinde kalıyor, insanlara inanılmaz eziyetler yapılıyor ama dikkat ederseniz kayda değer bir “kartların yeniden dağılması” süreci de işlemeye devem ediyor. Bu parçalanmış savaşlar yoluyla kartların yeniden dağılması sürecinin sonucunda yeni ülkeler, yeni ortaklıklar, yeni refah odakları çıkacak diye düşünmek, ileriyi böyle okumak mümkün.
Teknolojik atılımı savaşların yanında düşünmek, belki de onların önüne koymak doğru olur diye düşünüyorum. Gelişmiş ülkelerde 1970’li yıllarda başlayan verimlilik yavaşlamasının adeta anemik bir hastalık gibi 2000’li yıllara kadar devam ettiğini biliyoruz. Aynı dönemde hızlanan küreselleşmenin bu yaraya reva olmadığı da malum. O tarihlerde mikro elektroniğin sanayide etkili olmasıyla başlayan teknolojik arayış 2000’li yıllarda hızlanarak günümüzde “dördüncü sanayi devrimi” olarak nitelenen kapsamlı bir dijital dönüşüme yol vermiş gibi görünüyor. Yeni teknolojiler bir biriyle konuşan makinalar, robotlar vb gibi yeni unsurların üretimde yer almasını sağlayarak verimlilik kayıplarını telafi etmeye başlamış bile. Bu sürecin ileride daha da büyük katkılar sağlayacağı ve küresel ekonomiyi yeni bir platforma taşıyacağı düşünülüyor. Bu dönüşümün hem ivme kaybeden küreselleşmeye yeni bir nefes vereceği ı hem de kapitalizmin kaybettiği teknolojik hıza yeni bir ivme kazandıracağı düşünülüyor. İleriyi düşünürken ekonomiyi bütünüyle yenileme potansiyeli taşıyan bu teknolojik atılımı mutlaka analize katmak gerekir diye düşünüyorum.
Bütün bunlar yakın gelecekte bambaşka bir ekonomi iklimi ile karşılaşacağımızı söylüyor. Yıl başında ekonomiyi giden yıl-gelen yıl bazında değerlendirmenin bir sakıncası yok kuşkusuz. Ama hızlanan değişim ivmesine bakınca, bu sürece uyumun ve alınan mesafenin hesaba katılmadığı değerlendirmelerin de eksik kalacağını söylemek mümkün.