Geçti Bor’un pazarı…
G20 Liderler Zirvesi Sonuç Bildirgesi’nde yer alan detayları okuyunca, çok duygulandık; son yirmi yıldaki yaşanmışlıklardan ders alınamadığına bir kez daha tanık olduk! Kısa vadede kırılganlık algısını geriletmek, tüketim ve yatırım eğilimini güçlendirmek, beklentiler yolu ile kitleleri yönlendirebilmeye devam edebilmek için akla gelen her şeyi eklemişler. Bugünkü olumsuzlukların, geçmişteki benzer yanlışların sonucu olduğunu hala anlayamamışlar veya çoğunluğun anlayamayacağını varsaymak zorunda kalmışlar!
Küresel düzeyde arz fazlası oluşması rekabet koşullarını bozan, gelir ve servet dağılımı yanı sıra makroekonomik görünümü olumsuzlaştıran bir durumdur. Her tekrarlandığında kırılganlık algısı güçlenir, güven bunalımı oluşur ve derinleşir; riskten kaçınma eğilimi güçlenir ve yıkıcı olmaya başlar, korumacı eğilimler ön plana çıkarak sorunları dayanılmaz hale getirir. Bu açmazdan kurtulmak isteyenler için fazla seçenek yoktur; ya talebi geçici olarak arttırarak sorunları ağırlaştırma pahasına günü kurtarmaya çalışırlar, ya da çok ciddi maliyetler ödemeyi göze alarak kalıcı çözümler peşinde koşarlar.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız tablo en olumsuz hali ile üçüncü kez karşımıza çıkıyor; her seferinde geçici ve yapay eğilimlerde ısrar edildiği dikkat çekiyor! İlki 1997-2001 yılları arasında oluşmuştu: bir daha sıkılaştırılmamak üzere gevşetilen para politikaları sayesinde risk alma isteği uyarılmış, küresel talep güçlü fakat sürdürülebilir olmayan bir şekilde uyarılmıştı. Gelişen ekonomilere akın vardı, hesapsızlıklar sınır tanımaz hale gelmişti; tüketim ve yatırım eğilimleri hesapsızca azdırılmaya çalışılmıştı. 2008 yılında yaşanan küresel krizle birlikte duvara toslandı! Yatırım ve tüketim eğilimi sert bir şekilde durunca, gerçekler tüm çıplaklığı ile açığa çıktı!
Devamında aynı hatanın tekrarlandığına tanık olduk; güven bunalımını aşmak ve saadet zincirini onararak yola devam etmek için her yol denendi. Gelişen ekonomilerin küresel ekonominin yeni lokomotifi olacağı iddia edilerek, sorunların daha da ağırlaşması ve kırılganlığın artması için çok çalışıldı! Tüketim ve yatırım eğilimini artırmak adına yüksek dozlu doping dönemine geçildi! Bu önermeler ve yapay eğilimler Arap Baharı ile çökmeye başladı. Gelişen ekonomiler dalgalı bir şekilde durgunlaşırken, riskten kaçınma eğilimi buna paralel olarak güçlendi. Yaşanarak öğrenilenler ve iyice ağırlaşmış sorunlar, bu ikinci dönemdeki yapaylığın oldukça kısa sürmesinde belirleyici oldu.
Olumsuzlukların kademeli olarak güçlendiği dört uzun ve yorucu yılın ardından, G20’ler aynı süreci bir kez daha denemek zorunda kalmış gibi görünüyor. Profesyoneller bu son girişimin bir süre zaman kazandırmasını umuyor, fırsattan yararlanarak risklerini azaltabilmenin hesabını yapmaya çalışıyor! Zira arz fazlasının büyüyeceği ve yakında yaprak dökümünün hızlanacağı biliniyor; öncesinde, bozuk para gibi harcanacak çaylak avına çıkmak farz oluyor!
Bu aşamada sormak gerekiyor! Tüketim ve yatırım eğilimlerindeki yapay ve sürdürülebilir olmayan zorlamaların, bugünkü büyüyen arz fazlası ve sonuçları üzerindeki rolü nedir? Sorunların ağırlaşmasında, günü kurtarmak adına başrolleri paylaşanların korumacılığa karşı olduğuna itibar eder misiniz? Sonucu felaket olacak geçici çözümleri, iyi niyet ile açıklamak mümkün olabilir mi?
Sorunlar küçük iken çözme basiretini göstermeyen ve küresel uzlaşı aramayanların, bu aşamadan sonra verdikleri sözleri tutabilmesi olası değildir! Bugünün eylem ve söylemleri, küresel krizin hemen öncesinde ve kapalı kapılar ardında yaşanan çaresiz arayışları anımsatıyor!
Arz fazlası büyür ve rekabet koşulları olumsuzlaşırken, eşitsizlikleri azaltmanın tek bir yolu vardır: yoksulluk sınırının altındakileri yukarı çıkarmak mümkün olmadığı için, yukarıdakiler aşağı doğru sürüklenmek zorunda kalır ve kırılganlık algılarının güçlenmesi önlenemez. Fiilen yaşanmaya başlanan süreç budur ve korkunun ecele fayda etmeyeceği açıktır!