Geçmiş zaman
Murat Berk / Yapı Kredi Yatırım
Yunanistan'ın ekonomik sorunlarının başka Avrupa ülkelerinin de mali sorunlarına dikkat çektiğini ve bunlara ilişkin endişelerin tüm dünyayı etkilediğini görüyoruz.
Artan borç oranları ve bütçe açıkları ise piyasadaki risk primlerini arttırarak bazı ülkeler için borçlanma maliyetlerini daha da arttırdı. Bu şekilde fasit bir daire oluşturma potansiyeli oluşturduğunu görüyoruz.
Ekonomik ve finansal tarihe baktığımızda böyle bir sürecin başlaması (hem ülke hem şirketler içinde) ile piyasa güveninin azalması durumunda likidite zorluklarının ciddi oranda artabildiğini görüyoruz. Likidite krizinin çözülememesi durumunda ise bu şekilde başlayan sürecin borç geri ödeyememe endişeleri ile doruk noktasına çıktığını görüyoruz.
Yine geçmiş kriz tecrübelerine baktığımızda piyasadaki stresin daha akut hale geldikten sonra somut ve detaylı bir yardım paketi gelebileceği ihtimali de bulunuyor. Örneğin 1998 krizi sırasında Rusya'nın IMF ile acil yardım görüşmelerine başladığında (2001 yılı vadeli) bono spreadlerinin 600 baz puan olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde Meksika'da 1994 yılında yaşanan Peso krizi sırasında Meksika bono spreadlerinin Amerika'dan yardım geldiği sırada benzer seviyelerde olduğunu not ediyoruz.
Problemli olduğu düşünülen ülkelerden Yunanistan'ın nisan ve mayıs aylarında 31 milyar Euro civarında bir borç itfası olduğunu not ediyoruz. Alınan tedbirlere ve gerçekleşmelere bağlı olarak piyasaların bu konulara hassas olacağını düşünüyoruz.
Türkiye özelinde baktığımızda bankacılık sektörünün gücü, (aralarında sermaye yeterlilik ve mevduat kredi oranları da dahil olmak üzere birçok göstergeye göre) ülke ve hanehalkı borçluluğun düşük seviyelerde olması gibi etkenler sayesinde ülkemizin geçmiş krizi nispeten az hasarla atlattığını düşünüyoruz. Buna ek olarak, kamu maliyesinin nispeten daha iyi durumda olması da Türk ekonomisinin ve piyasalarının olumlu anlamda ayrışma sağladığını söyleyebiliriz. Örnek vermek gerekirse, Türkiye'nin bu sene yüzde 4,5'luk bir büyüme oranı ile bu bölgedeki oranı yakalayacağını eklememiz gerekiyor. Bunun yanında Türkiye'nin borç/GSYH oranının küresel krize rağmen yüzde 50 civarında olduğunu ve bu oranın Yunanistan dahil endişe ile izlenen ülkelerdeki oranın yarısından az olduğunu not ediyoruz.
Özetlemek gerekirse:
1) Gelişmekte/gelişmiş, mali durumu daha iyi/daha kötü eksenlerinde oluşan ayrışma devam edecek diye düşünüyoruz. Bu ayrışma mutlak bir ayrışmadan ziyade daha az etkilenme şeklinde kendini gösterebilir.
2) Ülke borç dinamiklerinin hem 2010'da hem de önümüzdeki senelerde önemli bir tema olacağını öngörüyoruz.
3) Finansal tarih gösteriyor ki, yoğun ve hızlı sermaye akımlarının yaşandığı dönemlerde spekülâtif ataklar, önlem alınmadığı taktirde, zincirin en zayıf halkasından başlayarak diğer halkalara doğru ilerleyebiliyor. Geçmişte gördüğümüz gibi böyle bir sis bulutunun yoğun olduğu dönemlerde yangına benzin dökme eğiliminde olanlar da olabiliyor. Dolayısıyla bizce hiçbir ülkenin yaşanan ayrışmaya körü körüne bel bağlamaması gerekiyor.