Gecikmeli arayış: Sanayi stratejisi

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

ASLINA BAKARSANIZ / Adnan Nas adnan.nas@tr.pwc.com Toplum olarak, pek çok olumlu özelliğimize rağmen, önceden düşünmeyi, planlamayı, analizi sevdiğimiz söylenemez. Bu nedenle hayati sorunlarımızın çoğunda sistemli ve inançlı bir takım çalışması yapmakta, stratejilerimizi belirlemekte ve sonuca varmakta zorlanırız. Krizlerden ve darboğazlardan kaçınmakta, karşılaşınca da en az zarar ile kurtulmakta sıkıntı çekmemizin nedenlerinden birincisi değilse bile, birisi de budur... Yapısal dönüşüm ihtiyacı Türkiye'nin 1930'lardan bu yana süren sanayileşme serüveni, hiç değilse bulunduğumuz coğrafyada öne çıkmamızı sağlayan bir sermaye birikimi oluşturmuş bulunmakla birlikte, gerçek bir piyasa ekonomisine dönüşme sürecini hızlandırmaya yetmediği gibi küresel standartlarda rekabetçi ve güçlü bir özel sektör de yaratamadı. Öte yandan hem 1980'ler öncesindeki kapalı ve korumacı dönemde, hem de 1980 sonrası dışa açılma yıllarında ekonomideki ağırlığı bir türlü azaltılamayan kamu kesiminin, bir piyasa oyuncusu olarak doğası gereği hassas hesap yani getiri-maliyet analizi yapamaması kaynak dağılımında etkinlik ve tasarruf yetersizliğine çözüm üretilememesine yol açtı. Bu durum 2001 krizine kadar gel-git'lerin yaşandığı istikrarsız ekonomik bir performansın ve kalıcı/sürdürülebilir büyümenin gerçekleştirilememesinin de temel nedeniydi. 2001 sonrasında da, sağlanan istikrara, mali disiplin, özelleştirme ve doğrudan yabancı sermaye girişindeki yüksek performansa rağmen, ekonominin kalıcı büyümeyi garanti eden bir yörüngeye oturtulması için zorunlu yapısal dönüşümün hayata geçirilmesi henüz başarılamamıştır. Üstelik sürekli büyüyen cari açık, yeniden uç veren enflasyon ve kurtulmakta zorluk çekeceğimiz anlaşılan yüksek faiz, yapısal ve kurumsal zaaflarımızın üzerine sistematik bir çaba ile gidilmesini fena halde dayatmaktadır. Böyle zorlu bir çabanın önkoşullarından biri de güçlü bir toplumsal irade ve uzlaşma ile desteklenen bir "sanayi ve yatırım stratejisi"nin belirlenmesidir. Aslında bize göre oldukça büyük bir gecikme ile ancak son yıllarda gündeme gelebilen sanayi stratejisi tartışmaları, henüz bir "sanayi envanteri"nin bile ortaya konulamaması gibi altyapı yetersizlikleri ile gölgelenmekle birlikte, artık ciddi bir şeklilde sahiplenilmiş görünüyor. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın geçtiğimiz hafta sonu TOBB ile işbirliği içinde Antalya'da düzenlediği "arama konferansı" formatındaki atölye çalışması, katılımcıların temsil gücü ve düzeyi göz önüne alındığında, disiplinli bir takipçilik ile ülkenin bu çok önemli konuda bir yol haritasına kavuşması ile sonuçlanabilir. Stratejik plan gerekli Gerçekten, Türkiye'deki büyük sanayi kuruluşların üst yöneticileri, oda başkanları ve sivil toplum kuruluşlarının geniş ve gönüllü katılımı ile düzenlenen bu ilk toplantı, sanayi stratejisi konusunda ülkenin üstünlüklerini, zaaflarını, karşı karşıya bulunduğu tehdit ve fırsatları bütün boyutlarıyla mercek altına alınmasını ve ortak akıl ile netleştirilmesini amaçlıyor. Doğrusunu isterseniz bu konuda bilinmeyen şey pek az. Eksik olan güçlü ve kollektif bir irade ile sistemli ve analitik bir yaklaşım ve çalışmaların stratejik bir plana bağlanması. Üstelik, uzunca bir süredir, kamuoyunun beklentilerinde bir değişim ve kalite artışı var; bu da başarı şansını artırıyor. Türk reel sektörünün iç dinamikleri, henüz bu dönüşümü kendiliğinden gerçekleştirecek güçte ve esneklikte olmadığı için kamu otoritesine düşen önemli bir görev var. Bu da, ekonomiyi ve işletmeleri rekabetçilik ve verimlilik eksenlerinde güçlendirecek bir kurumlaşma ve mevzuat çerçevesi sağlamak. Yani doğrudan oyuncu ve müdaheleci değil, düzenleyici ve yönlendirici olmak. Stratejik plan, evvelce de pek çok kez üzerinde durduğumuz temel başarı faktörlerini yani kayıtdışının azaltılmasını, vergi sistemi ve yönetiminin kamuda bütçe açıklarını düşürecek şekilde etkinleştirilmesini, KOBİ'lerin finans sistemi ile bütünleştirilmesini, AR-GE'nin ve yenilikçiliğin özendirilmesini mutlaka içermeli. Kuşkusuz ayrıca başta AB olmak üzere küresel ekonomi ile uyumun ve rekabetçiliğin gerektirdiği yatırım ortamı ve çevre unsurlarında iyileştirme, ölçek büyüklüğü ve ulaşım altyapısı, esnek işgücü piyasası ve düşük istihdam maliyeti, kümeleşme ve yeni iş modelleri gibi konularda yoğun bir odaklanma gerekecek. Yeni bir teşvik mantığı Açıkça söylenmese de şimdiye kadar "her konuda herkese teşvik" diye özetleyebileceğimiz bir sanayi politikası izlendi. Harcamaları esas alan, yoğun ve şekle bağlı bürokratik kontrol öngören bu politikanın, yerini hem strateji düzeyinde hem de uygulamada tutarlılığı olan ve üretim aşamasında performans kontrolünü esas alan saydam bir sisteme terketmesinin vakti çoktan geldi. Yüksek katma değer üretimine, yüksek teknolojiye, yaratıcı potansiyeli hareketlendirecek yenilikçi yatırımlara ve işgücü niteliğinin artırılmasına öncelik verecek ve rekabet gücü bulunmayan projeleri dışlayacak bir çerçeve, sınırlı kaynakların etkin kullanımının da tek yolu. Bu bağlamda umarız ki çalışmalar, milli gelirin sabit bir oranını uzunca bir süre eğitime ve AR-GE'ye ayırmak gibi radikal ve cesur tedbirleri de gündeme getirir. ABD'nin ve Japonya'nın AR-GE konusunda öteden beri bağlı kaldığı, AB'nin de ulaşmak için çabaladığı yüzde 3 hedefi varken bizim hâlâ yüzde 1'in altında kalmak gibi bir tercihimiz olmamalı.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019