Geçici rahatlık kalıcı sıkıntı

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Yıllardır bu köşede biz, sadece biz değil pek çok başkaları da çeşitli maceralarda, Türkiye'nin potansiyelinden ve önünde açılan fırsat pencerelerinden umutla söz ediyoruz. Ama şurası açık ki ne potansiyel, ne de fırsat pencereleri kendi başlarına umutların gerçekleşmesine, yani kalıcı dengelere sahip, müreffeh ve sorunlarını kendi iç dinamikleriyle çözebilen bir toplumsal yapıya ulaşmamıza yetmiyor. Öte yandan çeşitli vesilelerle gözlediğimiz pek çok gösterge, ihtiyaç duyduğumuz kararlı ve büyük adımları atmakta toplumsal bir isteksizliğin olduğu, böyle bir talep baskısı altında kalmayan yetki sahiplerinin de riskli gördükleri kapsamlı bir değişim programını sahiplenmekten kaçındıkları, kısa vadeli başarıları tercih ettikleri yolunda.

Konjonktür rehaveti

Oysa dikkat edilirse görülecek olan, kısa vadede elimizi rahatlatan pek çok gelişmenin sürdürülebilirliği kuşkulu iç ve dış konjonktür faktörlerine bağlı olduğudur. N e mevcut büyüme performansının kaynağı olan iç talep artışının, ne de cari açığı rahatça finanse etmemizi sağlayan sermaye girişlerinin süresini ve sınırını öngörebilecek durumda değiliz. Bu durumda normal olarak önümüzü daha iyi görmemizi sağlayacak, perspektifimizi netleştirecek eylem programlarını bir an önce belirlememiz gerekmez mi? Aksi takdirde kitlelerin ağzına bir parmak bal sürmekten başka bir şey yapmamakla suçladığımız bazı eski yetki sahiplerinden farklı olduğumuzu nasıl iddia edebiliriz?

2010 yılındaki hızlı toparlanma ve 2011 yılının ilk dört ayına ilişkin bütçe gerçekleşmeleri kısmen haklı fakat tehlikeli bir rehavet yaratmış görünüyor. Bütçeyi rahatlatan, hatta bu sayede faiz dışı harcama musluğunu gevşetmeyi sağlayan faktörlerden biri küresel finans krizine karşı geliştirilen genişletici politikaların sonrasında düşen faizler. Ancak asıl önemli neden, Türk ekonomisinin halen en büyük zafiyeti ve kırılganlık kaynağı olarak nitelenen ithalat ve tüketim patlamasının imkan sağladığı dolaylı vergi artışı. Her iki faktörün de orta ve uzun vadede sürdürülemeyecek olduğu açık; ayrıca bunların alışkanlık yaratması ihtimali, ufuktaki bir kriz ihtimalini öne çekme riski doğurabilir.

Kaos avansını kullanamıyoruz

Aslında gerek küresel ekonomide taşların yerine oturmasının uzun sürmesi ve daha da sürecek olması, gerekse yakın coğrafyamızda yakın zamanda ortaya çıkan ve muhtemelen yine yıllarca devam edecek kargaşa, Türkiye'nin rekabet yeteneğini körelten birikmiş yapısal sorunlarını çözmesi için çok değerli bir zaman kazanmasını sağladı. Bizim şimdiye kadar ki tutumumuz ise bunu böyle değerlendirdiğimiz izlenimini vermiyor; daha ziyade şimdi sahip olduğumuz finansman kolaylığının ve göreli başarı algısının tadını çıkarıyor gibiyiz. Toplumdaki büyüklenme takıntısı da bunu körüklemiyor değil.

Halbuki küresel kaos sürse de yeniden şekillenen bir düzenin işaretleri yavaş yavaş ortaya çıkıyor. ABD'nin gördüğü hasara rağmen daha hızlı bir düzelme ile öncü rolünü yeniden üstlendiği, bu arada Çin'in büyük tasarruf fazlası ve üretim üssü kimliği ile AB'den çok daha fazla ağırlık kazandığı bir tablo ile karşılaşacak gibiyiz. Türkiye ise sarsıntılı bir bölgede nispeten istikrarlı, krizden çabuk çıkmış ama hala potansiyel güç olmaktan güvenli liman olmaya geçememiş bir ülke görünümünde. Üstelik BRİC, CİVETS yada MİST gibi çeşitli sınıflamalarda yükselen ülkeler arasında görülmemize rağmen, uzun vadeli büyüme potansiyeli yönünden Asya ülkeleri gibi sorunsuz değil, Rusya ve Brezilya gibi riskli bulunan gruptayız. Bunun temel nedeni de kurumsal ve küresel altyapı bağlamında ciddi ayak bağları taşıdığımız inancı. Unutmayalım ki bu iki ülkenin de bizden pazar büyüklüğü ve doğal kaynaklar yönünden üstünlüğü var.

Kurumsal altyapı engeli

Sözün kısası, elimiz sandığımız kadar rahat değil. Performansımızın şimdi olduğu gibi sadece konjonktür fırsatlarına bağlı ve geçici olmasını istemiyorsak yapısal ve kurumsal reformları hızlandırmaktan başka bir alternatifimiz yok.

Düşük şiddette bir depremin bile büyük hasar verdiği kentleşme altyapımız, risk algısı ile kösteklenen doğrudan yatırım ve yüksek getiriyi şart kılan portföy yatırımı performansımız, uzun vadeli büyüme tempomuzun yüzde 5 düzeyine bir türlü varamayışı hep temeldeki bu zafiyetten kaynaklanıyor. Ancak anlaşılıyor ki toplumca benimsenen değerler ve paylaşılan vizyon anlamındaki kurumsal ve kültürel altyapı aynı kaldıkça bu zaafları gidermek pek kolay olmayacak…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019