Geçen haftaya bakış
Geçen haftaki yazımı Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı Mario Draghi'nin Londra'da yaptığı ve finansal piyasalarda son derece olumlu karşılanan açıklamalarına ayırmış ve başlıkta "Nihayet bitiyor mu?" diye sormuştum. Açıklamaların neden olumlu karşılandığını tartıştıktan sonra, durumun olumsuz taraflarına dikkat çekmiştim. Yazı, "henüz en kötünün geride kalıp kalmadığını bilmiyoruz" yargısıyla bitmişti.
ECB'nin kararları
Yazı yayınlandıktan sonra ECB'nin finansal piyasalarca merakla beklenen aylık toplantısı yapıldı. Toplantıdan sonra Draghi'nin okuduğu metin ve daha sonra basın mensuplarının sorularına verdiği yanıtlar, futbolcuların yenildikleri maçlardan sonra pek sevdikleri "önümüzdeki maçlara bakacağız" açıklamalarına benziyordu. Yani, "bugün bizden bekleneni yerine getiremedik ama ileride belki" Draghi, sorunlu ülkelerin geçici istikrar fonuna (kısaltması EFSF olana) ve 12 Eylül'de Almanya Anayasa Mahkemesi pürüz çıkarmaz da EFSF'nin yerini alarak faaliyete geçebilirse kalıcı Avrupa İstikrar Mekanizması'na (kısaltması ESM olana) başvurmaları ve onların koşullarına uymayı taahhüt etmeleri halinde, ECB'nin de devreye girebileceğini söyledi.
Bu ülkelerin bu fonlara başvurmaları ve anlaşma imzalamaları şu anlama geliyor: Mali disipline ve fonların getireceği diğer koşullara uyacakları konusunda garanti vermiş oluyorlar. Bu garanti, hem bazı yasal koşulların yerine gelmesine yarıyor hem de sorun yaşamayan ülkeler kamuoylarına dönüp "bakın çok büyük bir çaba içindeler" diyebiliyorlar. Bu durumda, söz konusu fonlar birinci piyasadan bu ülkelerin devlet tahvillerini satın alırken, ECB de ikincil piyasadan piyasaları rahatlatacak kadar (kısa vadeli) tahvil alacak. Üstelik özel kesimin bu tahvillerden satın almasını kolaylaştıracak bazı teknik sorunlar üzerinde çalıştıklarını da açıkladı Draghi. Dolayısıyla, bu tahvillerin faizleri belirgin biçimde düşebilecek. Bu sayede azımsanmayacak bir süre, borçlanma açısından rahat bir nefes alabilecek İspanya ve İtalya gibi ülkeler. Açık ki hem birincil hem de ikincil piyasalardan tahvil alımı, uzun zamandır beklenen adımlar ve atılabilirlerse piyasalarda bir süre coşku yaşanacağı açık.
Ancak, 'önümüzdeki maçlara bakalım' söylemi yengiyi garanti etmiyor; sadece umut veriyor. Kaldı ki bir yenilgi daha yaşamak ihtimalini gündemde tutan belirsizlikler var. Birincisi, İtalya ve İspanya'nın bu fonlara başvurup vurmayacakları belli değil. Üstelik şu anda EFSF'nin elinde sadece 148 milyar euro var; kapsamlı bir tahvil alımı için yeterli değil. Almanya Anayasa Mahkemesi'nin kararı olumlu çıkarsa faaliyete geçmek için önemli bir engeli aşacak olan ESM'nin sermayesi ise 500 milyar euro. Fona bankacılık lisansı verilmez ve fon kaldıraçlı işlemlere girişemezse, bu miktarın kapsamlı bir tahvil alımı için yeterli olmayabileceğini iddia edenler var. Almanya, fona bankacılık lisansı verilmesine karşı. Anayasa mahkemesinin ne yapacağını ise bilmiyoruz. Ek olarak ECB devreye 'gireceğini' değil, 'girebileceğini' söyledi. Ayrıca basın toplantısında, Draghi, Bundesbank Başkanı'nın bu plana itiraz ettiğini de açıkladı. Almanya'nın ağırlığı ise malum.
Bir de not: Draghi, Bundesbank Başkanı'nın itirazını belirttikten az sonra "sonuçta ECB bağımsız, ve kararlarını oy çokluğu ile alabiliyor" dedi. Bu da "önümüzdeki maçta" yenebiliriz kısmına destek veriyor.
Yurtiçinde gelişmeler
Haziran ayında yüzde 8.9 olan yıllık tüketici enflasyonu yüzde 9.1'e çıktı. Bu gelişme, hem Merkez Bankası'nın hem de iktisatçıların büyük bir kısmının tahminleri ile uyumlu. Temel enflasyon göstergesinde (I endeksi) bir katılığın gözlenmeye başlamış olduğunu not etmekte yarar var: Son on ayın ortalaması yüzde 7.9, son beş ayınki ise yüzde 7.7. Geçen ay yüzde 7.4 idi, bu ay ise yüzde 7.5 oldu. Umarım geçici bir katılık olur.
Geride bıraktığımız hafta açıklanan bir diğer önemli veri dış ticarete ilişkindi. İlk çeyrekte bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla ekonomimizin büyümesini büyük ölçüde ihracatta sağladığımız artışa borçluyduk. Çünkü iç tüketim yerinde saymış, yatırımlarda ise çok sınırlı bir artış olmuştu. Haziran ayında da iyi bir performans gösterdi ihracatımız. Bir yıl öncesinin aynı dönemine göre yılın ilk çeyreğindeki ihracat artışı yüzde 12.4, ikinci çeyrekteki ise yüzde 14.3. Bu veriler de ilk iki çeyrekteki büyüme performansımızın birbirlerine çok yakın oldukları yargısını güçlendiriyor. Buna karşılık, Türkiye İhracatçılar Meclisi'nce açıklanan ve külçe altın ihracatını kapsamayan temmuz ayı rakamları iç açısı değil. İhracatta düşüş var.
Mayıs ayında hem toplam ithalat hem de enerji dışı ithalat bir yıl öncesinin aynı ayına göre artmışlardı. Büyüme ile olan yakın ilişkisi nedeniyle enerji dışı ithalattaki artış önemliydi. Zira mayıs ayından önceki beş ayda hep bir yıl öncesine kıyasla daha az ithalat yapılmıştı. Haziran ayında hem toplam hem de enerji dışı ithalatta yine düşüş gerçekleşti; mayıs ayındaki artışlar kalıcı olmadı. Bu gelişmelerin büyüme açısından ima ettiklerini daha iyi anlamak için çeyrek yıllık verilere bakmakta yarar var. Bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla her iki çeyrekteki enerji dışı ithalat azalışı aynı: Yüzde 7.4.
Büyüme oranımız ilk çeyrekte yüzde 3.2 düzeyindeydi. 2011 içinde ithal edilen külçe altının ilk çeyrekte ihraç edilmesinden doğan büyüme etkisi çıkarıldığında ise yüzde 2.6 düzeyine düşüyordu. Her iki oran da yüzde 4.5-5 aralığında olduğu düşünülen potansiyel büyüme oranımızdan oldukça düşükler. Dış ticaret verileri büyüme açısından şu mesajı veriyorlar: 2011'in ilk çeyreğinden itibaren devam eden yavaş büyüme dönemi ilk çeyrekte sona ermiş olsa bile, toparlanma henüz başlamadı. Büyüme açısından yatay bir hareket belirleniyor.