GDO konusunda İsmet Berkan'a ithaf edilen zorunlu bir açıklama

Yavuz DİZDAR
Yavuz DİZDAR [email protected]

 


Çünkü genetiği değiştirilmiş organizmaların ülkemizde doğrudan yiyecek olarak kullanılmaları konusundaki heves, başta "Karaköy" Güllüoğlu Yönetim Kurulu Başkanı Nadir Güllü'nün "çocuğuna ve torununa yediremeyeceği hiçbir ürünü satmayacağını" belirtmesi, onu Melen Şarapçılık'ın doğrulaması, ardından Ülker, Eti gibi sanayi devlerimizin dirayeti sonrasında ortadan kalkmıştı. Böylelikle Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu da (TGDF) Biyogüvenlik Kurulu'na yaptığı GDO'lu gen başvurusunu "tam tekmil" geri çekmişti. Bu aşamada TGDF Başkanı Şemsi Kopuz'a özel bir teşekkür borçluyuz, konumunun hakkını verdi. Çünkü gerilimli makamlar genellikle onu kaldıramayacak birilerinin üzerine yıkıldığından, sağduyunun hakimiyeti çok zordur. Oysa öngörülen süreç değişti, "yedirmezlerse", yemezler, şaşıracak bir şey yoktur. Sağduyu dediğimiz şey maddiyatı ve sunulduğu bilimsel çanağı reddedebilmeyi gerektirir.
Hal bu iken birden Hürriyet gazetesinden meslektaşımız İsmet Berkan önce anlaşılabilir bir gazetecilik refleksi gösterdi. "GDO'nun Ortodoks gerekçeleri" üzerine geçtiğimiz cuma günü yazdı, ancak cumartesi ve pazar yazılarını da aynı konuya ayırınca açıklama yapmak gerekliliği doğdu. "Açıklama" demem boşuna değildir, çünkü meslektaşımıza yanıt vermek bizim haddimize düşmez. Yazmak niyetiyle elimize her kalem alışımızda (artık klavye başına otursak da) aklımıza Uğur Mumcu'nun "bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak" tanımlaması gelir, Nezih Demirkent Ağabey'den öğrendiğimiz kurallar hatırlanır, elimizi kalemden iki kez uzak tutarız. Bu yaklaşımın derin faydaları vardır: (1) Sizi bilmediğiniz bir konuda fikir açıklamaktan korur, (2) Okur nezdinde aslında hiç bileşeni olmadığınız bir konunun paydaşı olduğunuz yargısından uzak tutar ve (3) Velhasıl yanlış yapmanızı daha baştan önler.

Bilim yazmak ayrı konudur, bilim yazarlığı farklı konumdur
Bilimi yazanlar genellikle bilim insanlarıdır, bilime ilişkin çalışmalarının (deneyler ya da değerlendirmeler) sonuçlarını (vargılarını) açıklarlar. Bilim yazarı olmak ise bir gazetecilik branşıdır, yeni ve halkın merak ettiği konulardaki görüşleri (elbette bireysel ya da ekonomik boyutlarını ve kendi yorumunuzu da katarak) duyurursunuz. Bilim yazarlığı, hatırı sayılır bir bilim geçmişi ister, eli kalem tutanın ortalama bilgi düzeyi yetmez. Çünkü doğruyu yanlıştan, önemliyi önemsizden, bilgiyi parazitten ayırmayı değil, sağduyuyu da gerektirir. Lakin mesele gıda kaynaklarına genetik müdahaleye, bunların bizim yediğimiz hayvanlara yedirilmesine ve hatta bize de yedirilmesine geldiğinde durum değişir (üzgünüm ama, aynı soydan geldiğimizi savunanlar bile de o noktada bifteğin kanlısını isteyebiliyorlar). O nedenle, "açık fikirli, bilimsel nosyonlu" olmamız gerektiğini savunanların GDO konusunda daha fazla okumaları gerekir. Bu mesele "GDO olmazsa dünya açlıktan kırılır" kavramının çok ötesindedir. Daha fazla okumak bir iki oturum, sempozyum izlemek, görüş almak düzeyini çoktan aşar. Vardığınız noktada "Yaşam Patentlenemez (*)" kavramının da ötesine geçersiniz, çünkü GDO patentlerini okumanızı gerektirir. O zaman (tavuğun pişme süresini de belirleyen) "kollajenin sentezi" konusunda bile ne gibi amaçlar güttüklerini, bunu başardıkları "hala yaşayabilen" canlıları nasıl patent altına aldıklarını görmeye başlarsınız. Bunlar ortalama yirmi sayfalık dokümanlar olmakla birlikte, "claims" (iddialar) olarak aktarılan giriş bölümlerinde bazı başlıkların nasıl "cancelled" (iptal edildi) diye sansürlendiğinin ayırtına varırsınız. Meseleyi "tavukların orta hat tümörleri, omurgalılar sınıfının orta hat yarıklanma anormalileri" çerçevesinde gördüğünüzde durum fazlasıyla değişir. Çünkü "retinoik asit sentezini değiştirenler onu yiyenlerde de dokuları pek ala değiştirebilir" anlamına varırsınız (1). Karşınıza gelen hastaların bir kısmı da zaten bunu doğrudan ya da dolaylı anlatır. Sonuç olarak TGDF'ye atfettiğim "sağduyu" teşekkürünün nedeni budur. Kurallar ve kanunlar elverse de, "ekonomiyi, üretim avantajını, patenti, parayı sallamadılar, takmadılar", GDO istemeyenleri "karşıt lobi" gözüyle görmediler (onların bilim danışmanları olmadığını mı sanıyorsunuz)! "Çocuğumuza, torunumuza yedirmeyeceksek zaten olmaz!" dediler, işin özü bu sağduyudur.

İlaç araştırmaları tamam da, CERN çuvalladı, çünkü fizik dışında hiçbir şey okumadı
Mamafih İsmet Berkan pazar günkü yazısında verdiği diğer biyoteknoloji örneğinde haklıdır, ilaç araştırmaları yasaklanamaz. Ama başka bakış açısından gerçek yine farklıdır. İlaç araştırmalarının bugünkü noktada yeniden düzenlenmesi gereklidir (bu durum 'yeni anayasa' ya da 'yeni CHP'den tamamen farklıdır), çünkü girdiği kapitalist tekelleşme yolunda buluş üretmekte zorlanmaktadır. Liselere (bilim ve) felsefe dersleri konulması tek ifadeyle zorunludur, çünkü yoksa o meşhur "Higgs bozonu" tartışması oluşur. "Higgs bozonu vardır, ama bu dünyaya ait olmadığından, istediğiniz kadar kablo döşeyin, saptanamaz" desem kim ne diyebilir (Fizikte 'kara madde' denen bir kavram yok mudur? Kabala'da üç ve dördüncü aşama arasındaki 'ifade edilemeyen' Daath neyi anlatır?). Kamuya açıklanan verilere bakıldığında CERN (onca harcamaya rağmen) mükemmelen çuvallamıştır, çünkü bilimin bütün, gerçeğin bir, tezahürün farklı olduğunu göz ardı etmiştir; yani bilim felsefeleri yetmemiştir (ama bu eksiklik bizim CERN'e katılmamış olmamızı asla mazur göstermez, olsa olsa bilimsel aymazlığımızın göstergesidir). Sonuç olarak, insanlar bir şeylere genellikle anlatılanlar ve gördükleri çerçevesinde inanırlar. Oysa okumalı, irdelemeli, arka planı anlamaya çalışmalı; olaylar bileşik ve sınırlar silik ise, en azından tarafsız kalmalılar.
Kaynak: (1) Paganelli A, Gnazzo V, Acosta H, Lopez SL, Carrasco AE. Glyphosate-based herbicides produce teratogenic effects on vertebrates by imparing retinoic acid signalling. Chem Res Toxicol 2010; 23: 1586-95. (*) Bu kavram ülkemizde "GDO'ya Hayır Platformu" açısından bir savunma noktası oluşturmuştur, "yaşam haktır, nasıl kayırılır" dediler. Ancak "patent" mantığına girdiğinizde (defalarca ifade ettiğim üzere) savunma bu olamaz. Çünkü ABD Patent Dairesi benim romantik arkadaşlarımın savunduğu yaşamı zaten tanımaz. Onlara göre yeni olan her şey patentle karşılık bulur, patentte "yaşamla ilişkili" bir sınır yoktur. Not: Geçen haftaki konuyu yazmama rağmen sürdüremediğim için okurların hoşgörüsüne sığınırım, devam edeceğiz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar