GDO, biyoteknolojiden tabağa uzanan ince sarmal
Bilimin yakın geçmişinin en önemli kilometre taşlarından birini kuşkusuz moleküler biyolojinin gelişmesi oluşturur. Aslında sistem bellidir ve iyi tanımlanmış sınırlar arasında çalışmaktadır, ancak bilim de moda kavramının uzağında kalamadığından, moleküler biyolojinin merak edilenleri tamamen açıklayabileceği hatasına düşülür. İnsan yapısı gereği "merkezde olanın her şeyden sorumlu olacağına" inanır, durum böyle olunca arada gerçekleşen teknolojik ilerlemeler sayesinde DNA'nın incelenmesi süreci çok hızlanır. Böylelikle bundan yaklaşık on yıl önce İnsan Genom Projesi diğer pek çok canlı genom projeleriyle birlikte tamamlanır. Fakat sonuç son derece şaşırtıcı, bir anlamda da hüsran vericidir. Çünkü insandaki gen sayısının 25 bin civarında olduğu, kodlanan proteinlerin de diğer canlılarla büyük benzerlik gösterdiği saptanır. Harcanan onca emek ve çabanın sonucunda tıp alanında bulunanlar beklentileri karşılamamıştır. Çünkü esas yatırımı yapan endüstri, buluşlardan paraya tedavül edilebilir sonuçlar da beklemektedir. İşte o zaman işin içine yine katalizör olarak istatistik ve pazarlama gücü karışır, tedaviye yönelik olmasa da, tanıya yönelik, ama çıktılara fazlaca etkisi olamayan yeni tetkik sistemleri pazarlanmaya başlanır.
Kazağı açıklayamayan iplik, patent makarasına sarılır
Bu durum aslında canlı hücrenin nasıl çalıştığının da sorgulanmasını gerektirmektedir. Hücrenin merkezinde DNA'nın bulunduğu fikri tamamen bakış açısına bağlıdır. Çünkü bilim dünyasının anlamaktan çok uzak olduğu alan yapıca son derece basit olan DNA değildir, sorun kodlanan proteinlerin işlevsel üç boyutlu yapılarına geçişte ortaya çıkmaktadır. Bir iplik düşünün, işte bu DNA'nın kodladığı proteinin ham halidir. Oysa zor süreç bu iplikten kazak oluşturulmasıdır. Canlı hücrenin gerçekleştirdiği en önemli işlev de budur, düz ipliği ihtiyaca binaen kazağa çevrilebilmek. Bugün bilimsel algıya hakim olan temel yanılsamalardan biri de yine iplik-kazak sürecinde ortaya çıkar, teknolojinin sunduğu olanaklar çerçevesinde detay daha kolay saptanabilmektedir. Fakat temel sıkıntı ipliğin kendisine bakarak kazağın modeli konusunda fikir yürütülememesidir. Bilim camiası taş, tuğla, demir ya da ahşap öğelere bakarak, büyük bir binanın mimarisini tahmin etmeye uğraşmaktadır ki, hele hele "işleyen bir sistem için" mantıken kesinlikle mümkün değildir.
Fakat bir kez moleküler biyoloji gibi yeni bir alan açılmıştır, bunun değişik uygulamalarının gündeme gelmesi elbette gecikmez. Hücrenin ve canlının işleme mekanizmasının anlaşılmasındaki temel uygulamalardan biri genlerin değiştirilmesidir. Bu pratik olarak iki şekilde yapılır, "ekle ya da iptal et". Bir genin iptal edilmesinin dış görünüş ve işleve nasıl yansıdığı çalışmaları (knock-out teknolojisi) mekanizmanın anlaşılması açısından verimlidir.
Ancak yazının başında belirttiği üzere sadece 25 bin civarında gen olması tahmin edilenden çok daha karmaşık bir sisteme işaret etmektedir ki, aslında dipsiz kuyudur. Beri yandan, hiç olmayan yeni bir genin eklenmesiyle bir türev canlı elde edilmesi olasılığı da vardır, buna da GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) adını veriyoruz.
Sorun bunu kimin yiyeceğinde
Bu açıdan baktığınızda GDO yeni bir iş kolunu da açmaktadır, hiç olmayan bir yeni canlı formu ortaya çıktığından Patent Dairesi'nin fikri mülkiyet hakları alanına girmektedir. Bu canlı dolayısıyla yasal koruma altına da alınabilir ve ticari bir imtiyaz doğurur. Patent sizde olduğundan ona ilişkin bütün araştırmalar sizin izninize tabidir. Bir tohum söz konusu olduğunda son derece karlı bir ticaret alanıdır. Aşılması gereken iki sorun vardır, birincisi bunların "yenilebilir olduğunun" düzenleyici otoriteye kabul ettirilmesi, ondan sonrası ise sadece pazarlama gücünüzle ilişkilidir. GDO teknolojisinin kısa öyküsü işte bundan ibarettir. İşin "insani" kavramlarla süslenmesi gerekir, "dünyadaki açlığa çözüm olduğu" fikri bile tek başına yeterlidir. Sıra çiftçilerin ikna edilmesine geldiğinde, yani GDO'ların mevcut tohumların yerine geçmelerinin sağlanmasında iş daha kolaydır, çünkü ikna etmeniz gereken çiftçiler değil, devletlerin düzenleyici kurumlarıdır. "Sertifikalı tohum", aynen "tarladan çatala gıda güvenliği" gibi fazlasıyla tatminkar bir yaklaşımdır. Konunun ayırtına gitmekten aciz "bilimci ve yöneticiler" sayesinde GDO adında yeni bir endüstriyel iş alanı ortaya çıkmış olur. Operasyonun birinci aşaması da tek bir direnç noktası hariç tamamlanır: Halk, yani bunları yemek durumunda kalan çoğunluk.