Gazeteci gözlemcidir, eylemci değil!

Hakan GÜLDAĞ
Hakan GÜLDAĞ [email protected]

Türkiye'de basın tarihi 180 yıla

yaklaşıyor.

Padişah II. Mahmut'un talimatıyla

1831'de yayınlanmaya başlayan

Takvim-i Vekayi ilk Türk gazetesi

kabul edilir.

Geride kalan yaklaşık 180 yılda

neler yaşanmıştır, neler...

Sansür, mütareke basını, birbirini

ihbar etmeye varan cepheleşmeler...

Sadece, II. Mahmut'un gazetesini bir

başka Osmanlı Padişahı Sultan

Abdülhamit'in kapattığını

hatırlatmak bile basın tarihimizin

olağandışılığı hakkında bir fikir verir.

Onun için, bugün basında

yaşananlara bakıp, "Hiçbir

dönemde olmadığı kadar" ile

başlayan bir cümle kurmayacağım.

Ama yine bir olağandışı dönemde

olduğumuz da saklanamaz halde.

 ***

Neden mi bahsediyorum?

Anayasa değişikliği ile ilgili

tartışmaları biliyorsunuz.

Referandum, gündemin en tepesine

yerleşti.

Siyasi partilerin kampanyaları tam

gaz devam ediyor...

İllerde mitingler...

İlçelerde mitingler...

Açıklamalar, bildiriler...

Bir seçim havasıdır gidiyor...

 ***

Böyle bir süreçte ne yapar gazeteci?

Kim ne söylüyorsa, onu aktarır.

Eğip, bükmeden...

Dosdoğru, toplumdan aldığını aynen

topluma yansıtır.

Bir ayna gibi...

Böyle bütün toplumu ilgilendiren bir

ortamda gazetecilerin görevi nedir?

Böyle bir süreçte ne yapar gazeteci?

Kim ne söylüyorsa, onu aktarır.

Eğip, bükmeden...

Dosdoğru, toplumdan aldığını aynen

topluma yansıtır.

Bir ayna gibi...

 ***

Peki bugün olan bu mu?

Doğrusu, "evet" demek zor.

Basında bir tarafgirlik aldı başını

gidiyor.

Bunun bir örneği de geçen hafta

yaşandı. Daha doğrusu örnek birden

çok da, ben birini konu edeceğim.

Başbakan, geçen hafta sivil toplum

örgütlerini, bu arada iş dünyası

örgütlerini de referandum karşısında

tavır açıklamaya çağırdı.

Hemen ardından, İTO Başkanı Murat

Yalçıntaş, referandumda oyunun

"evet" olacağını açıkladı.

Akşama doğru, MÜSİAD'dan da

"evet" açıklaması geldi.

Bir gün sonra TÜSİAD gündemdeki

tartışmalarla ilgili bir açıklama yaptı.

Yazılı yapılan açıklamada, referanduma

ilişkin ne "evet", ne de "hayır" deniliyordu.

Açıklama, ağırlıklı olarak,

yürütülen kampanyaların anayasada

yapılacak değişiklikleri anlatmaktan

çok siyasi kutuplaşmaya hizmet ettiğine

dikkat çekiyordu.

 ***

Aman efendim!

Fırtınalar koptu!..

TÜSİAD'ın ne işadamları partiliği

kaldı, ne burjuvazinin gericiliği...

Baştan söyleyeyim, ben TÜSİAD'ın

avukatlığını yapmam...

TÜSİAD da böyle bir şeye ihtiyaç

duymaz.

Ayrıca, TÜSİAD eleştirilmez bir kurum

da değildir. Bal gibi eleştirilir.

Konu o değil.

Konu sapla samanın, haberle

yorumun birbirine karıştırılması.

 ***

Fırtınalar köşe yazılarında kopsa hiç

aldırmazdım.

Bir köşe yazarı, TÜSİAD'ı en sert şekilde

eleştirmiş. Eleştirir ya...

Bir diğeri, tavır açıklamadığı için

"omurgasız" diye yazmış. Yazar ya...

Yorumcu, "insaf" sınırlarını zorlayacak

şekilde yüklenmiş. Yüklenir ya...

Kim, ne karışır?

Art niyetli ya da değil...

Yorumcunun, köşe yazarının fikridir.

Katılırsınız, katılmazsınız...

O işini yapmıştır!

 ***

Ama iş habere gelince...

İşte orada "kim, ne karışır" olmuyor.

Haberin, habercinin kuralları buna

izin vermiyor.

Doğrusu, basındaki bazı

meslektaşlarımızın TÜSİAD'ın

açıklaması karşısındaki tavrı

gazetecilik yaklaşımları açısından

değerlendirilmeye muhtaç.

Neler söylendiğinin detayına

girmeyeceğim.

Amacım bilgiçlik taslamak ya da

öğretmenlik yapmak değil.

Sadece, gazetecilik ilkelerini hep

beraber hatırlayalım istiyorum.

 ***

İşin abc'sinden başlayalım.

İnsan, her şeyi doğrudan kendisi

yaşayamaz.

Gözlerimiz, her önemli olaya yerinde

şahit olamaz.

Kulaklarımız her önemli sözü, bire bir

söyleyenin ağzından duyamaz.

Mümkün değildir bu...

Bunun için gazeteler, televizyonlar,

radyolar vardır.

Başka deneyimleri öğrenmek, başka

düşüncelere ulaşmak için en önemli

en yaygın kaynak onlardır.

Medya bu açıdan çok kritik ve

işlevsel bir rol oynar.

Çünkü, medya dünyaya açılma

aracımızdır. Dahası, dünyayı tarif etme

aracımız.

Şakaya gelmez!

 ***

Bir düşünelim...

Verdiğimiz kararlarda medyanın payı

sizce nedir? Kimden yana ya da kime

karşı olduğumuz büyük ölçüde

medyanın bize tanımladığı çerçeve

içerisinde biçimlenmiyor mu?

Her şeyi bir tarafa bırakın...

Medya doğrudan hayatımızın içinde!

Çünkü, hayatımız hakkında özgürce

ve doğru karar alabilmek için

çevremizde, kentimizde, ülkemizde

ve dünyamızda neler olduğunu bilme

ihtiyacı içindeyiz.

Kısacası, haber almak ihtiyacındayız.

Bugünün insanı için neredeyse

yaşamsal bir gereklilik bu.

Doğrusu, işin püf noktası da bu...

İşte gazetecilik bireyin bu ihtiyacını

karşılamaya çalıştığı için imtiyazlı bir

meslek. İşte onun için haberciler

bütün basın organlarının belkemiği.

İşte onun için mesleğimiz, "kamu

hizmeti" niteliği bulunan bir meslek.

 ***

Biraz daha netleşelim:

Gazetecilik imtiyazlı meslek...

Bireyin, toplumun hayatını

şekillendirmede çok önemli bir

rol oynuyor. Ve gazeteciliğin imtiyazı

yapılan işin bizzat kendisinden

kaynaklanıyor.

‘İş'ten kasıt, habercilik...

Yani...

İmtiyaz, ahkam kesmeye değil...

İmtiyaz, yoruma da değil...

İmtiyaz habere!

 ***

Haber nedir?

Yeni ve taze bilginin okura

(tabii izleyici ya da dinleyiciye de)

ulaştırılmasıdır.

Dünyada her an yüzbinlerce olay

meydana gelir.

Bunların hepsini okura aktarmak

mümkün müdür?

Haydi bırakalım gazetelerin sayfa sayısıyla

sınırlanmışlığını, televizyonlar,

radyolar hatta internetteki haber

siteleri için bu mümkün müdür?

Değildir. Üstelik gerekli de değildir.

Değildir ama seçim nasıl yapılacaktır?

Etrafımızda olup biten onca hay-huy

içinden okuru gerçekten ilgilendiren

haberler nasıl belirlenecektir?

Bu noktada iş gazetecilik mesleğine

düşer. Haberciler devreye girer, neyin

haber olduğuna karar verir.

 ***

Doğaldır ki, haber yapan muhabirin,

haberi sayfaya taşıyan editörün

kendine özgü değerlendirmeleri

vardır. Ve tabii, bu değerlendirmeler

üzerinde çeşitli etkenlerin izi...

Örneğin, muhabirin dünya görüşü...

Eğitimi... İçinde bulunduğu toplumsal

ortam... Ya da cinsiyeti... 

 ***

Ama haberi yapan muhabir ya da

onu sayfaya yerleştiren editör kim

olursa olsun, haberin ölçütleri vardır.

Haber nedir, ne değildir? bellidir.

Mesleğin etik kuralları, gazetecinin

kim olduğuna göre değişmez. Ve bu

ölçütler, ufak tefek ayrımlar olsa da,

bugün dünya çapında kabul görmüş

görmüştür.

Gazeteci, mesleğini yaparken,

eylemciliğe girişmez.

Yandaşlığa kalkışmaz...

Karşıtlığa da...

Mesleğimizin etiği bunu gerektirir.

Gazeteci yalnızca gözlemci ve olay

tanığıdır.

 ***

Objektiflik... Türkçesiyle nesnellik.

Gazeteciliğin en temel kuralıdır.

Gazeteci, işini yaparken nesnel

olmaya çalışır.

Bir başka ifadeyle tarafsız...

‘Bunun pratikteki yansıması nedir?'

diye sorarsanız; ‘Dengeli ve adil

haberciliktir' derim.

Kısacası, gazeteci, önce kendinden

başlayarak habere tarafsız yaklaşacak.

Ne kendini ne de görüşlerini

habere sokacak. Haberini yazarken,

bizzat kendi görüşleriyle haberi

arasına bir mesafe koyacak.

Okur da bunu bekler. Bir şeyleri

kanıtlamamızı değil, bilgi ister.

Onun için gazetecilik kamuoyunu

doğru, çok yanlı, çok boyutlu, hızlı,

inanılır ve güvenilir bir şekilde

bilgilendirme mesleğidir.

 ***

Okullarda bize öğretildi. Gazeteci;

- Varolan detaylardan hiç birisini yok

saymaz.

- Kimseyle de aynı fikirde olduğunu

belirtmez.

- Hiçbir bilgiden kendince sonuçlar

çıkarmaz.

Yargılamaz...

Dışlamaz...

Hakaret etmez...

Bilmiyorum, bu kurallar değişti mi?

 ***

Gazetecilik, bir yanıyla mesafe

koruma sanatıdır.

Gazeteci mesafesini korumalı.

Bütün güç odaklarına karşı...

Bütün iktidar odaklarına karşı...

Kendini yakın hissettikleri dahil!

Ne dedik?

Muhabir haberini yazarken bile kendi

görüşleriyle haberi arasına bir mesafe

koymalı.

Habercilik kaygısı sürüyorsa, taraf

tutuyor görünmek, bir gazeteci için

çok kötü puan. Gazeteci belli bir

mesafede durmuyor, duramıyorsa,

gazeteci olamaz.

Olsa olsa propaganda memuru olur.

Aman sevgili arkadaşlar!..

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar