Gaza gelmeden küresel olmak

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Geçen haftanın yoğun ekonomik haber ve beyanat bombardımanı, çoğunlukla olumlu yansımalara ve iyimser yorumlara yol açtı. Uzun süren krizin bizdeki çelişik ve karışık algılama biçimiyle daha da derinleşerek yarattığı bıkkınlık ve belirsizliğin bir an önce sona ermesi beklentisini düşününce bunu doğal karşılamak gerekiyor. Ancak sık sık pek çoğumuzun yaptığı bir hatayı tekrarlayarak sap ile samanı, esas ile ayrıntıyı karıştırma riskinden kaçınmak gerektiğini de unutmamalıyız. Finans sistemimizde bir sorun olmadığı halde krizin reel sektöre sıçradığı ikinci evresini ve karar birimlerinin bekleyişleri ile ilgili güven ihtiyacını iyi yönetemediğimiz için ekonomisi en fazla daralan ülkelerden biri olduğumuz gibi, dört çeyrek boyunca süren resesyondan çıkmakta da pek çok gelişmiş ve yükselen piyasaya göre gecikmiş durumdayız. Buna rağmen gündemimizdeki temel sorunlar da, kriz öncesine oranla, büyük ölçüde değişmiş değildir.

Kriz gündemi değiştirmedi

Ne demek istediğimizi biraz daha açmaya çalışalım. Ülkemizin geçmişte kurda ya da faizde patlama ile kesintilere uğrayan büyüme serüveni, 2001'den itibaren süregelen reformcu ve kararlı süreç içinde, uluslararası konjonktürün de yardımıyla 2007 sonuna kadar parlak bir trend izledi. Mali disiplindeki göreli istikrara rağmen dış ticarette ve cari dengede oluşan ve büyüyen açık, sürecin sürdürülebilirliğini o zamandan beri kuşkulu hale getirmiş, çıkış yolu arayışları da o zamandan beri yoğunlaşmış bulunuyordu.

Bu açıdan krizin etkisi, daha çok bu konudaki tartışmaların bir bölümünü sonuçlandırması ve çıkış yolunun konjonktür ve para politikaları ile değil, rekabet gücü ve onu etkileyen yapısal faktörler ile ilgili olduğunu gerçek zamanlı ve yüksek maliyetli bir testle netleştirilmesi oldu. Ayrıca küresel düzende dengeleri değiştirerek, yapısal dönüşüm ve reformlar için daha uygun şartlar ve zaman da kazandırdı. Ama bu dönüşüm ve reform programının içeriği ile ilgili bir değişiklik yaratmadı.

Resmi böyle algılamak gerekirken şimdi bazı yorumların neredeyse sihirli bir yeniden doğuş perspektifi çizmesi, gerçekçi olmasa da cazip olduğu için, zorlukla yaklaştığımız odaktan uzaklaşmamıza yol açabilir. Bunun en yeni örneklerinden biri de yatırım bankalarının ve rating kuruluşlarının ardı ardına yaptıkları Türkiye hakkındaki olumlu açıklamaların, zihinsel kodlarımızın ve alışkanlıklarımızın da etkisiyle, koşulsuz yani bizim bir şey yapmamıza gerek duyurmayan bir saadet müjdesi gibi algılanma eğilimidir.

Sıcak para tehlikesi

Aslında insanın aklına küresel düzenin yeni balonlara ihtiyacı olup olmadığı, bu nedenle kısa vadeli de olsa yatırım ve getiri fiyatları arayışının yeniden riskli stratejiler izlenmesine yol açıp açmayacağı sorusu da gelmiyor değil. Ama bu ihtimali bir yana bıraksak bile, Türkiye henüz kendi gündemi ile ilgili kendi kontrolündeki bir programı gereğince uygulayamadan, ülkeye alınacak kısa vadeli sermayenin katlanması, zaten şişmiş olan TL değerinin daha da yükselmesine, yerli üretimin rekabet gücünün ve ihracat potansiyelinin azalmasına sebep olacaktır. Bu da ithalatın ve cari açığın sürgit büyümesi şeklindeki yeni çıkmazımıza geri dönüş anlamına gelir.

Bunun bir başka sonucu da sürdürülebilir olmayan böyle bir döngünün başlamasının, uzunca süredir yerleştirilmeye çalışılan güven duygusunu yok etmesi ve yatırım hevesine ket vurması ihtimalidir. Çünkü yoğun bir kısa vadeli sermaye akımı, yatırım ortamı yönünden çok olumsuz bir volatilite sarmalının da habercisi olacaktır.

Küresel oyuncu olmak için

Ekonomideki daralmanın üçüncü çeyrekte hız kesmesi ve yüzde 3.3 olması, öte yandan ekim ayındaki yüzde 6.5 sanayi üretimi artışı artık büyümeye başlayacağımıza dair beklentileri artırıyor. Büyüme, iç talep ve yatırımda canlanma başlamadıkça (ki göstergelere göre kolay değil) düşük düzeyde kalacak. Ama asıl kaygılandırıcı husus, bu kritik dönemin de stratejik odaklanma için bir fırsat olarak değerlendirilmeden geçirilmesi olacaktır. Bu bakımdan yeterince deneyim ve olgunluk kazandığı gözlenen ekonomi yönetiminin öncülüğünde toplumsal bir seferberlikte uzlaşmak ve bu temel üzerinde sivil toplum ve özel kesimin katılımıyla bir strateji ve eylem planı uygulamak, artık ertelenmemesi gereken bir ihtiyaçtır.

Kriz öncesindeki yazılarımda da değindiğim küreselleşmenin şifrelerinde zaten var olan ve gelişmekte olan ya da yükselen ülkelere avantaj sağlayacak unsurlar arasına üretim hatlarından sonra Ar-Ge, strateji, yönetimi gibi merkezi fonksiyonların, şimdi de sermayenin yer değiştirmesinin eklendiğini gözlüyoruz. Bu süreci irdeleyen seçkin işletme dergisi Harward Business Review'ın aralık sayısında övgü ile söz edilen örneklerden biri de Godiva'yı alan Ülker.

Bu örnekleri artırmak istiyorsak sihirli formüllerle fazla oyalanmayıp ev ödevimizi tamamlamalıyız.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019