Garip bir (ÖTV) yaz(ı) – 1
Hava mı daha yakıcı yoksa fiyatlar mı karar vermek zor. Yazların olası neşeli havası, biraz boş vermişliğin, bereketin ve bir çözüm muhakkak bulunur duygusunun ağır bastığı hafiflik pek yok.
Garip bir yaz. Sanki Marquez‘in Kırmızı Pazartesi isimli romanındaki benzer bir hikâyeyle karşı karşıyayız. Farklılık, mağdur sayısında ve mağdurların bir kısmının başına gelecek olanları önceden biliyor olmasında. Şu soru kafalarda dönüp duruyor: niçin ağır yükü hep toplumun sabit gelirlileri çekmek zorunda? En fazla şikâyet konulardan biri, akaryakıt fiyatları. Çünkü, ondaki artış her türlü malın ve -kimi durumlarda- hizmetin fiyatını doğrudan etkiliyor.
Her benzin istasyonundan cüzdan daha da hafifleyerek ayrılış, her market alışverişinde “ama üç gün önce fiyat bu değildi” serzenişleri… Daha bir de bunun havalar soğumaya başladığında ağırlığını hissettirecek doğalgaz ayağı var; malum, o da Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) konusu. Bu sürekli artışlardan dolayıdır ki, son günlerde şu lafı sık duyar oluyorum: ÖTV artık ikinci bir genel harcama vergisi, yani Katma Değer Vergisi (KDV) gibi kullanılıyor.
Hukuken bu böyle olabilir mi, yani ÖTV bu kadar yaygın ve agresif şekilde kullanılabilir mi? Bu sorunun cevabını verirken, öncelikle ÖTV’nin geçmişini, amacını ve yapısını kısaca hatırlamak gerekiyor. ÖTV, 2002 yılında yaşamımıza girdi. 6 Haziran 2002’de kabul edilen Özel Tüketim Vergisi Kanunu (ÖTVK) ile Avrupa Birliği (AB) vergi mevzuatına uyum arzu edildi.
Bu bağlamda, AB mevzuatına baktığımızda, özel tüketim vergilerinin 19.12.2019 tarih ve 2020/262 No’lu Tüketim Vergisi Sistemi Direktifi ile düzenlendiği görülmekte (bundan önce, 16.12.2008 tarih ve 2008/118/EG ondan önce de 25.02.1992 tarih ve 92/12/EWG No’lu Direktifi ile düzenleniyordu).
Bu Direktif, (i) enerji üreten maddeleri ve elektriği, (ii) alkol ve alkollü içecekleri, (iii) tütün mamullerini konu almakta. Üye devletler, vergi avantajları hariç olmak üzere, matrahın belirlenmesi, verginin hesaplanması, vergi alacağının ortaya çıkması ve vergi denetimine ilişkin AB kurallarıyla uyumlu olmak şartıyla, bunlar üzerinden başka dolaylı vergiler alma imkânına sahipler.
Vergi oranları konusunda ise, geniş bir takdir alanı bırakılmış durumda. Buna karşılık, AB mevzuatı ile uyumlu özel tüketim vergisi mevzuatının Direktif ’e uygun şekilde yorumlayıp, uygulamaları gerekiyor. Aksi halde, mükellefler hukuki yollara başvurabilirler. AB’de tüm özel tüketim vergilerinin tek bir “özel tüketim vergisi” çatısı altında toplanması zorunluluğu bulunmuyor. Ancak, Türkiye bunu tercih etmiş vaziyette.
Örneğin Almanya’da, federal düzeyde, tütün ve tütüne eşdeğer mamuller, bira ve bira karışımı içecekler, sert içkiler (Örn. votka), köpüklü şaraplar ve ara ürünler (Örn. sherry), kahve, enerji üreten maddeler (benzin, dizel, doğalgaz, yağyakıt, likitgaz, kömür, ısınma ve yakıt amaçlı kullanılan bitkisel yağlar) ve elektrik, nükleer yakıt özel tüketim vergisine tabi ve her biri ayrı vergi yasalarının konusu.
Türkiye’ye baktığımızda ise, ÖTV konusu ürünler oldukça fazla. ÖTVK’ya ekli dört listede bunlar uygulanacak vergi miktarı/oranı ile birlikte tek tek sıralanmış durumda. I sayılı liste, akaryakıt ürünleri, doğal gaz, LPG, bazı çözücü ve yağları; II sayılı liste, motorlu taşıtları; III sayılı liste, sular, meyve suları, gazozlu içecekler, alkollü içecekler ve tütün mamullerini; IV sayılı list, parfüm, cilt bakım ve makyaj ürünleri, kürk, havyar, altın ve gümüş kaplama çatal-bıçak takımları, değerli taşlar gibi lüks maddelerin yanı sıra buzdolabı, çamaşır makinası, bulaşık makinası, elektrik süpürgesi, televizyon, ütü, fön makinası, termosifon, cep telefonu, cam seramiğinden mutfak eşyası gibi günlük hayatın içinde ürünleri içermekte. Pek çok kez ifade ettiğim üzere, KDV gibi genel bir tüketim vergisi varken, ÖTV ancak ortada vergilendirilebilecek bir “ek mali güç” varsa söz konusu olabilir.
Bu ek mali güç ise, ancak “lüks tüketim” söz konusu olduğunda karşımıza çıkar. Bunun haricinde, ÖTV’yi meşrulaştırmak üzere ileri sürülen diğer argümanlar (sosyal devlet ilkesine dayananlar hariç) ikna edici değillerdir. Bir sonraki yazımda, konuya kaldığım noktadan devam edeceğim.