Galiba Türkiye’nin Suriye kumarı sonuç veriyor!
Bir poker terimiyle 'Türkiye, Suriye konusunda tüm kartlarını açtı' diyebiliriz. Geçtiğimiz hafta İstanbul'da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Rusya, Fransa ve Almanya liderleriyle buluştuğu bir zirveye ev sahipliği yaptık. Ülkemiz, son bir buçuk ay içinde, İdlib'de katliamı engellemek ve muhalif güçlerin şiddet içermeyen bir formülle çekilmesini sağlamak için liderlik rolü üstlendi. Bu aşamaya dek izlediği strateji işe yarıyormuş gibi görünüyor. Yetkililerin Suriyeli mültecilerin eve dönmeye başlamaları zamanı geldiğine işaret etmesiyle Türkiye'nin kendine güveni güçlenmeye başladı. İşler göründüğü kadar umut verici mi?
İlk önce bu zirveye bir bakalım. Gerçekten önemli miydi?
Evet, birçok açıdan önemli bir zirveydi. Bir kere, Türkiye’nin cumhurbaşkanı AB’nin önde gelen iki lideri ve Rusya’nın lideri ile aynı masaya oturdu. Toplantıya katılanlar Suriye'nin toprak bütünlüğünü gözeterek ihtilafın barışçıl yöntemlerle çözülmesini hedefleyen aktörler. Fırat'ın doğusunda konuşlanan ve savaşmak için ana müttefik olarak YPG ile işbirliği yapan ABD'nin Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda aklından neler geçtiğine dair ise bazı soru işaretleri var. Diğer aktörler, ABD'nin niyetlerinden kuşku duyuyorlar. Ancak, siz bu zirveden nasıl bir sonuç çıktı diye soruyorsunuz ki, somut bir sonuca işaret etmek kolay değil. Varılan anlaşma, yılsonundan önce yeni bir Suriye anayasası üzerinde çalışmaya başlayacak bir anayasa komisyonunun kurulması fikrine odaklanmış görünüyor. Peki bu başarılabilir mi? Bilmiyoruz. Böylesi bir komisyonun, çatışmada yer alan muhtelif tarafların kabul edilebileceği bir metin üretmesinin mümkün olup olmayacağını da bilmiyoruz. Ama, en azından, doğru yönde bir çabadır. Suriye krizine siyasi bir çözüm bulunması şart.
Bu noktada akla gelecek ilk sorulardan biri de, anlaşmanın Esad'ın Suriye siyasetinden barışçıl bir şekilde çekilmesinin önünü açıp açmayacağıdır. Şu anda Esat henüz gitmeye hazırmış gibi gözükmüyor. Üstelik Ruslar da Esad'ın gitmesine izin vermeye hazır değil. Ancak Rusya’nın temel endişesi Suriye’nin dostça bir rejimin elinde olması. Bu ülkede elde ettiği askeri konumunu korumak istiyor. Eğer Ruslar, Suriye'deki varlıklarının kabul edildiği güvencesini alırlarsa, anayasal düzenlemede Esad'ın tedricen iktidardan çekilmesine imkan veren bir yolun yer alması gerektiğine ikna olabilirler.
İlerleyen zamanlarda bu dört lideri bir araya getirebilecek başka toplantılar da düzenlenecektir. Suriye'deki çatışmalara bir şekilde çözüm bulmak için birlikte çalışmaya devam edebilirler, çünkü ihtilafın süregelmesi kimsenin çıkarına değil. Bu çatışmaya askeri açıdan en büyük yatırımı yapmış olan Rusya kendi içinde hem ekonomik hem de siyasi sorunlarla mücadele ediyor. Dolayısıyla, maliyeti son derece yüksek olan bu çatışmanın içinde kalmak aslında arzu etmeyecekleri bir durum.
İstanbul’daki zirveye kimin katıldığı kadar önemli bir husus da kimin katılmadığı. Toplantıda ne Amerika vardı, ne de İran. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Tabii, kimin neden katılmadığı da önemli bir husus. Ruslar ve İranlılar Suriye'de işbirliği yapıyor gibi görünse de, Rusya'nın İran'ın bölgedeki nüfuzunu artırmasında bir çıkarı yok. Almanya, Fransa ve Türkiye'nin de, İran’ın Suriye'deki nüfuzunu güçlendirmesinden yana olmadıkları biliniyor. Bunun nedeni İran'ın Suriye'de varlık göstermesinin istenmemesinden öteye Ortadoğu'nun düzeni için de risk oluşturması. Suudi Arabistan'ın İran'ı durdurup durduramayacağı giderek daha fazla sorgulanıyor. Önce kendi içişlerini düzene koyması lazım. İran’ın etki alanının genişlemesi, zaten zirvede olmayan ABD'nin de tamamen karşı çıktığı bir durum. Ne yazık ki ABD şimdiye kadar kendi vekalet savaşı için PKK'nın bir uzantısı olan Kürt terör örgütü YPG ile ittifak yapmayı seçmiş bulunuyor.
ABD-Türkiye işbirliği açısından bu cephede herhangi bir gelişme var mı?
İstanbul'daki zirvede Türkiye'nin yaklaşımına Amerikan yöntemlerine kıyasla daha sıcak yaklaşıldı. Zirvenin hemen sonrasında ise Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ait obüs bataryaları Fırat Nehri'nin doğu kıyısında bulunan YPG mevzilerini vurarak bazı siyasi gözlemcilere göre ABD'ne meydan okudu. Ancak ben olayları biraz farklı yorumluyorum. Türkiye'nin bu işi Amerikalıları önceden uyarmadan yapmış olduğunu düşünmüyorum. Bence Amerikalılar, Türkiye'yi Suriye ve Irak'ta olup bitenlerin dışında bırakmaya çalışmanın gerçekçi olmadığını idrak etmeye başladılar. Suriye'nin Türkiye sınırından 30-40 km genişliğinde, içinde YPG'nin faaliyet göstermesine izin verilmeyecek bir güvenlik kordonun oluşturulması yönelik daha önce gündeme gelen olasılık şimdi zımni veya şifahi bir anlaşmaya dönüşmüş olabilir. Bir ihtimal, Türkiye ve ABD; YPG söz konusu sınırları aştığı takdirde, Türkiye'nin buna yanıt vereceği konusunda ortak bir anlayışa varmışlardır. Benim sezgilerim şöyle diyor: ABD, YPG mevzilerine obüs atışı yapılacağı konusunda Türk hükümetince bilgilendirildi. Amerikan tarafının güçlü bir tepki vermemesi, YPG'ye sorun yaratmaması ve Türk sınırından uzaklaşması için bir ikaz şeklinde yorumlanabilir. Öyle görünüyor ki, Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri, Fırat'ın doğusunda rekabet etmek yerine işbirliği yapmaya başlayabilirler. İranlılar veya Ruslar gibi başka güçlerin bölgeye gelmesine ihtiyaç bırakmadığı için, bu işbirliğinin güçlenmesini de bekleyebiliriz.
Son olarak, geçtiğimiz hafta Türkiye'nin jeopolitik kaderinin değiştiğinden, tünelin ucunda ışık görünmeye başladığından bahsetmiştik. Suriye konusu çözüme yakın gözüküyor mu?
Türkiye'nin sorunun çözümünde baş rol oyuncuları arasında yer alması gerektiğinin giderek daha fazla kabul gören bir gerçeğe dönüştüğünü görüyoruz. Türkiye'nin bölgedeki sorunlara çözüm bulunmasında meşru bir ortak olduğu konusundaki ısrarı artık destek görüyor. Daha önce de altını çizdiğim gibi, Suriye'de askeri değil, siyasi bir çözüm üretilmesi gerekiyor. Şimdilik olaylar Türkiye'nin çıkarları ve beklentileri doğrultusunda ilerliyor. Şüphesiz, Türkiye'nin ne kapsamda bir rol üstleneceğini, ve bu rolü ifa ederken hangi maliyetleri yüklenmesi gerekeceğini henüz kestiremiyoruz; ancak, Türkiye, bu bölgeye barış getirmenin tüm maliyetini kendi başına taşıyabilecek imkanlara sahip değildir.