G20’den dünyayı kurtaracak işbirliği çıkar mı?

İsmet ÖZKUL
İsmet ÖZKUL KRİTİK AÇI [email protected]

Uzun bayram tatili öncesinde Çin’in Hançao kentinde yapılan G20 liderler zirvesi 14 sayfa ve 48 maddelik bir sonuç bildirisiyle noktalandı. Liderlerin üzerinde anlaştığı maddeler arttıkça, bildiri metni uzadıkça, ülkelerin üzerinde anlaştıkları konuların kapsamının genişlediğini, aralarındaki işbirliği ve eşgüdümün boyutunun büyüdüğünü düşünebilirsiniz. Ancak şu ana kadarki G20 tecrübesi bunun hiç de öyle olmadığını gösteriyor.

Sonuç bildirisi uzadıkça daha kapsamlı hale gelmek yerine içi de boşalıyor. Sonuç bildirileri uzadıkça tüm tarafların soyut olarak kabul ettiği genel geçer ifadelerle doluyor. İş atılacak somut adımlara gelince tutum değişiyor. Nitekim Hangçao sonuç bildirisinde de çok vaat var ama çok az yeni önlem söz konusu.

Bu durumun bir nedeni G20 kararlarının zaten bağlayıcı olmaması. Anlaşmaya uymayanlara karşı bir yaptırım yok. Anlaşmaya kimin uyup uymadığını takip edecek bağlayıcı bir yapı da yok.

İkinci önemli neden, işbirliği ve eşgüdüm temel amacıyla bir araya gelmiş olmalarına rağmen G20 üyelerinin, iş kritik ve maliyeti ağır konulara gelince, yan çizip “her koyun kendi bacağından asılır”, “gemisini kurtaran kaptan” tutumunu tercih etmeleri.

Bunun en net örneğini dış ticarette korumacılık alanında görüyoruz.

Global krizin patlak vermesinin ardından ilk toplantısını Kasım 2008’de yapan G20 liderlerinin en önemli vaadi ve çağrısı, dış ticarette korumacı önlemlere başvurmamak, hatta mevcutların sayısını azaltmaktı. Bu vaat sonraki tüm G20 sonuç bildirgelerinde de baş köşede yer almaya devam etti.

Pratik hayatta olan ise tam tersiydi. İlk G20 zirvesinden bu yana bizzat G20 ülkelerinin kendisinin, uygulamaya soktuğu yeni korumacı önlem ve uygulamaların sayısı 4 bini buluyor. Başı da 1200 dolayında korumacı önlem ile ABD çekiyor. ABD’yi 500’ün üzerinde korumacı adımla Hindistan ile Rusya izliyor.

İşin kötüsü korumacılık yarışında durum, her zirvede yeniden verilen sözlere rağmen, daha da kötüye gidiyor. Örneğin G20 üyesi yedi ülkenin (ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Avustralya ve Suudi Arabistan), 2016’da uygulamaya başladıkları yeni korumacı önlem sayısı, global kriz sonrası dönemdeki yıllık ortalamalarından daha fazla.

Sonuç olarak G20, dünya ekonomisini canlandırmaya çalıştığını söylerken ticaret hacmi artmak bir yana geriliyor. İmalat fiyatları 2011 yılına göre yüzde 10 düşerken ihracat fiyatlarındaki düşüş yüzde 20’yi buluyor. Bunun ana nedeni G20 ülkelerinin temel ürünlerde uygulamakta olduğu ticaret kısıtlamaları.

Uluslararası yatırımlarda da manzara aynı. UNCTAD hesaplarına göre dünyada yabancı doğrudan yatırımlar 2016’da yüzde 10-15 düşecek. Dünyada gerçekleşen yabancı doğrudan yatırım miktarı 2008 global krizi öncesinin hala yüzde 10 altında seyrediyor.

Sonuç olarak global büyüme 5 yıldır, 1990-2007 arası uzun dönemli ortalama olan yüzde 3.7’nin altında. Durum 2017’de de değişmeyecek. G20 liderleri, 2014 zirvesinde 2018’e kadar global büyüme hızını 2 puan artırma hedefi koymuştu ancak 1 puanlık bir artış gerçekleşebildi.
Şimdi global büyümeyi ve ekonomik istikrarı tehdit eden yeni ciddi faktörler var. Emtia fiyatlarındaki istikrarsızlık, düşük enflasyon, finans piyasalarındaki oynaklık, gelir dağılımında bozulma, Brexit, Çin ekonomisindeki dönüşümün yan etkileri, politik çatışmalar, terörizm ve mülteci akını bunların ilk akla gelenleri.

Üstelik şimdiye kadar temel araç rolü oynayan merkez bankalarının silahları da artık tükendi ve para politikaları duvara dayandı. Artık işin yükünü, hükümetlerin omuzlaması gerekiyor.

IMF, neo-liberal global ekonomik düzeni koruyabilmek için G20 ülkelerinin hem güçlü adımlar atmalarının, hem de bunu işbirliği ve eşgüdüm içinde yapmaları gerektiğini vurguluyor.

Ama mevcut koşullar IMF’yi umutlandırmaktan çok uzak. Çünkü işbirliği ve eşgüdüm konusunda zaten kötü bir karneye sahip G20 ülkeleri, bu dönemde yerel gündemleriyle fazlasıyla meşgul olacaklar.

Başta ABD kutuplaşmanın yükseldiği bir seçim yaşıyor ve korumacılık daha fazla öne çıkıyor. ABD kongresindeki kutuplaşma da global işbirliği kararlarını almayı zorlaştıracak. Çin zaten kendi ekonomisindeki dengeleri yeniden kurmakla boğuşuyor ve gelecek yıl Komünist Partisi kongresi var. Almanya’da son seçimleri kaybeden Merkel de önceliği kendi oy hesaplarını verecektir. Bir yandan Ukrayna ve Suriye krizleri ile uğraşan Rusya, aynı zamanda iki yıldır resesyonla boğuşuyor. İspanya hala kalıcı bir hükümet kuramadı ve yeni bir seçim ihtimali çok yüksek. İtalya referanduma gidiyor ve sonuçlar Matteo Renzi hükümetinin de kaderini belirleyecek. İngiltere Brexit sorununun altından nasıl kalkacağını kara kara düşünüyor. Brezilya hem resesyon hem politik istikrarsızlıklarla cebelleşiyor. Suudi Arabistan, petrol fiyatlarındaki düşüş ve ABD ile arasındaki soğukluk nedeniyle kendi hesaplarını yeniden yapmak durumunda. Türkiye’nin durumu ise malum.

Bu koşullarda G20 ülkelerinin sonuç bildirisindeki işbirliği ve eşgüdüm laflarını bir kenara bırakıp “gemisini kurtaran kaptan” oyununa devam edeceği ortada.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar