G20’de ticaret savaşları ile ilgili nasıl bir karar çıkar?
Haftasonu gerçekleşecek G20 zirvesi bizim açımızdan ayrı bir öneme sahip. Trump-Erdoğan görüşmesinde S-400’lerin akıbeti ve olası yaptırımların gündeme geleceği muhakkak. Ancak daha geniş bir perspektiften baktığımızda, bu zirve ABD-Çin ilişkilerinin geleceği ve dolayısıyla da Dünya ekonomisindeki dengeler açısından çok daha büyük bir öneme haiz. İki ülke arasındaki ticaret savaşı bugün Dünya ekonomisindeki en önemli belirsizlik kaynağı.
Zirveden 3 türde karar çıkabileceği konuşulmakta. Birincisi iki liderin tam bir ateşkes ilan ederek sene sonuna kadar 2 tarafı da memnun edecek bir ticaret antlaşmasına doğru yol alması. Bunun olabilmesi için ABD’nin isteklerinin (ticarette vergi ve vergi-dışı bariyerlerin kaldırılması, teknoloji korsanlığının tamamen önlenmesi, finans ve hizmet sektörlerinin doğrudan yabancı yatırımlara açılması ve kur rejiminin şeffaf ve dalgalı olması gibi) Çin tarafından kabul edilmesi gerekiyor. Ancak Xi’nin hem ulusal çıkarlar, hem de kendi bekası açısından, böyle bir anlaşmayı kabul etmesi çok zor. İkinci ihtimal son dönemde giderek sertleşen bu ticaret kavgasının tam bir savaşa dönme durumu. Böyle bir durumda, Trump’ın daha önce söz verdiği gibi Çin ihracatının tamamına yüzde 25 oranında gümrük vergisi uygulaması gündeme gelecek. Buna karşılık, Çin ise işi ülkesinde yatırımı bulunan ABD şirketlerini kovmaya kadar götürebilir. Şüphesiz bu durumun Dünya ticaret ve büyümesine çok ağır etkileri olacaktır.
En olası senaryo ise 2 ülkenin ticaret konusunda bir anlaşmaya varmamasına rağmen durumun bugünden daha kötü bir noktaya sürüklenmesine de izin vermeyecekleri bir senaryo olacaktır. “Kontrollü bir savaş hali” olarak tanımlanabilecek böyle bir durumda ABD yüzde 10 vergi oranlarını korurken, Huawei’e ABD ürünlerini kullanabilmesine ilişkin “geçici” izinler vermeye devam edebilir. Çin de böyle bir “bekle-gör” stratejisini şimdilik benimseyebilir. Bu şartlar altında kendi ekonomisini ayakta tutabilecek opsiyonları halen mevcut. Ayrıca Çin Kasım 2020’den sonra Trump’ın yerine ikili ilişkileri daha rahat çözebileceği daha “ılıman” bir Demokrat başkan seçilmesi olasılığını da değerlendiriyor olabilir. Ancak belirsizliklerin bir çözüme kavuşturulmaktan ziyade bir buzdolabına konduğu bu durumun da ticaret ve büyüme noktasında ciddi menfi etkileri olacaktır.
Trump olaylara geniş bir perspektiften ve uzun vadeli olarak bakabilen biri değil. Her şeyi bir “pazarlık” süreci (deal) olarak görme eğilimi var. (Zaten 1987’de yazdırdığı ilk kitabının ismi de “Art of the Deal” idi.) Bu nedenle Çin ile olan bu “pazarlık” sürecini de sonuna kadar uzatmaya çalışacaktır. Trump’ın diğer bir zayıf noktası da her “deal” i bir “sıfır toplamlı oyun” (zero- sum game) olarak görmesi. Şöyle ki, bir deal’den elde edilen kazancı salt masanın karşısındakinden kendine bir aktarım olarak görüyor. Mesela, Çin mallarına gümrük vergisi koymayı sadece Çin’den ABD’ye bir gelir transferi olarak algılıyor. Halbuki, böyle bir hareketin piyasalardaki belirsizlikleri artırmak ve küresel ticaret hacmini daraltmak gibi başka etkileri de var. Bunları hesaba katınca da gümrük vergilerinin sadece ABD’nin menfaatine bir politika olmadığı aşikar. Sonuçta, gümrük vergileri bir bumerang gibi geri dönüp ABD ekonomisini de etkileyecektir. Çin mallarını tüketen özellikle alt ve orta sınıfların masrafları artacaktır. Öte yandan, son toplantısıyla bir sonraki toplantı için net bir faiz indirme sinyali veren Fed’in en önemli indirim gerekçelerinden biri de ticaret savaşları nedeniyle büyüme hızı azalacak olan ABD ve Dünya ekonomilerinin soğumasını engellemek. Trump da (bizatihi kendi uyguladığı politikalar nedeniyle) soğuma ihtimali artan ABD ekonomisini canlı tutmak için Fed’i faiz indirmeye iyice zorlamakta.