G-20 öncesi kur savaşları, Merkantilizm, Çin ve Fransa üzerine
Uluslararası ilişkiler, pratikte kuralları, ilkeleri, prensipleri olmayan ancak tüm bunların "kullanıldığı" bir alandır. ABD başkanı (oğul) George Bush'un Irak'a "demokrasi" adına ve internetten toplanan bilgilere dayalı olarak Irak'taki "kitle imha silahlarını" yok etmek üzere girmesi bunun örneklerindendir. Salı günü yayınlanacak olan hayat hikayesinde Bush, Irak'ın işgaline, "Irak halkının, 'işkence eden ve öldüren' bir hükümet yerine 'halkına karşı sorumluluk hissi duyan' bir hükümete" ihtiyaç duyduğunu düşündüğü için girdiğini söylüyormuş. Sonuçta, Irak'ta Saddam'dan kat kat daha fazla insan öldü ve ölmeye devam ediyor. ABD ve İngiliz askerlerinin fotorafları emaillerle arkadaşlarına gönderdikleri türlü fiziksel ve psikolojik işkencelerin de Saddam dönemini pek aratmadığı anlaşılıyor. Aynı kitapta Bush, "Irak'ta kitle imha silahlarının olmadığını öğrendiğinde midesinin bulandığını" da söylüyormuş. Yoruma gerek var mı?
Ülkeler arası iktisadi ilişkiler uluslararası ilişkilerin önemli bir alt alanı olduğu için benzer sübjektifliklerden uzak değil. Her şeyden önce, iktisadi düşünce tarihi kitaplarında önemli yer tutan Merkantilizm'in tarihteki belki de en şaşaalı dönemini yaşadığını söyleyelim. Size Merkantilizm'in 18. yüzyıl civarında tarih olduğunu söylerlerse inanmayınız. Zira, Çin'den Fransa'ya Merkantilizm'in mantığı hiç bu kadar güçlü olmamıştı.
Kitapları açarsanız, Merkantilizm'in kısaca, daha çok ihracat - daha az ithalat ve dolayısıyla daha çok altın birikimini sağlamaya çalışan milliyetçi ekonomi politikası olarak tanımlandığını göreceksiniz. O dönemde, daha çok altın da daha çok zenginlik ve dolayısıyla uluslararası siyasi güç manasına geliyordu. Daha çok ihracat - daha az ithalat (yani daha çok "net ihracat") daha çok emek ve sermaye gerektirdiği gibi, "ticaret hadlerinin" yani, ihraç ettiğiniz malların fiyatının ithal ettiklerinize oranlar daha yüksek olmasını da gerektiriyordu. Teksas - Tommiks okuduğunuz yılları hatırlayın; bir kaç tüfek ya da "incik boncuk" karşılığı dekarlarca kızılderili toprağını satın almanın Merkantilist bir pratik olduğunu göreceksiniz. Kısaca Merkantilizm, "pastanın büyümeyeceğine göre ben diğerlerinin dilimlerini de almayım" politikasıdır.
Gelelim bugüne. Yurt dışına mal satma tarihte hiç bu kadar önemli olmamıştı desek mübalağa etmiş olmayız. Dahası, 19. Yüzyıldaki Afyon Savaşları'ndan beri ihracatın giderek daha "politize" bir zanaat haline geldiğinin de altını çizelim. Yani, yurt dışına mal satımının sadece ders kitaplarında yazdığı gibi, fiyat, kalite, dağıtım ağı ve tanıtımdan geçtiğini düşünüyorsanız ciddi bir yanılgı içindesiniz. İhracat esasında bir devlet uğraşısı!
Yukarıda Çin ve Fransa'dan bahsedilmesi tesadüf değildi. G20 öncesinde iki ülke arasında klasik bir ilkesizlik örneğini yeni yaşadık. Nasıl bir "ilkeli" ve "Merkantilist" dünyada yaşadığımızı anlamak için güzel bir vaka sunuyor bu örnek.
Biliyorsunuz bir "kur savaşı" söylemi tüm hızıyla devam ediyor. Brezilya'dan başlayan bu tartışma, yaralı aslanı oynayan ABD'nin de desteğiyle uluslararası ekonomi gündeminin birinci sırasına oturdu bir süredir. ABD gibi yüksek tüketim yapan ve dolayısıyla cari açık veren ülkeler Çin gibi düşük tüketim yapan ve cari fazla veren ülkeleri "küresel dengesizlikleri" körüklemekle suçluyorlar. Brezilya'dan Tayvan'a, Japonya'dan Hindistan'a değişik ülkeler de ABD doları arzındaki oransız artışın desteklediği, yerel paraların dolara (ve renminbi gibi dolara bağlı paralara) karşı suni olarak değerlenmesinden rahatsız. Bu rahatsızlıklarını ya söylemleriyle ya da aldıkları politika kararlarıyla dile getiriyorlar (Biz ise "düşünmeye" devam ediyoruz.)
Bu denkleme geçenlerde Fransa da girmişti. Bu ay toplanacak olan G-20 toplantılarının başkanlığını yapacak Fransa Cumhurbaşkanı, geçen ay Çin'i suçlayan yüksek görünürlüklü salvolara başlamış ve Çin'in renminbi'yi düşük değerde tutmasını eleştirmişti. Bu uslup, ciddi bir sonuca ulaşmayacağı kesin olsa da zaten zorlu geçecek olan bu haftaki G-20 toplantılarını, daha heyecanlı hale getirmişti.
Şimdilerde Fransa'nın Çin'e karşı hitap tonu değişti; Bloomberg'de yayınlanan habere göre, "bir Fransız yetkili" G-20'de "suçlu aranmaması gerektiğini" söylemiş.
Fransa bir aylık kısa kısa sürede neden değişti? "Çin'in gücünü ve dünya gerçeklerini farkettiler" demeyin. Daha basit bir sebebi var. Fransa'nın Çin'e karşı hitap tarzının birden bire değişmesinde Çin'in Fransa'ya verdiği basit bir "hediyenin" etkisi olmasın?
Basından takip etmişsinizdir; Fransa'yı ziyaret eden Çin Cumhurbaşkanı Hu, dün büyük Fransız firmalarıyla 23 milyar dolarlık anlaşma imzalayıverdi. 23 milyar dolar, altyapısını tamamlamaya çalışan Çin için küçük, Fransız şirketleri için ise oldukça büyük bir para. Hatırlayın, ekim ayında Siemens'in Manş Tüneli için Fransız Alstom'ü yenerek kazandığı (ve büyük kriz yarattığı) tren ihalesi sadece 600 milyon euro boyutunda idi.
Anladınız mı Fransa'nın G20 öncesi tavrı neden değişti?