G-20 çatışma mı getiriyor?
Dünya liderleri geçtiğimiz hafta sonu yeni bir G20 toplantısı için Japonya’da yeniden bir araya geldi. Dünyada hızla gelişen olaylar, bu defaki toplantıyı, önemi her zamanki kucaklaşmalar ve el sıkışmaları aşan bir buluşmaya dönüştürdü. Gündemde ABD ile İran arasındaki gerginliğin tırmanması ve Suudi Arabistan'ın hem Cemal Kaşıkçı cinayeti hem de Yemen'in bombalanması gibi eylemleriyle uluslararası hukuku ihlale devam etmesi gibi ciddi sorunlar var. Tabii ki Türkiye'nin ana gündem maddesi ABD ile giderek bozulan ilişkiler. Rus S-400 füze savunma sisteminin teslimat tarihi yaklaşırken, nasıl risk bilançosu ile karşı karşıyayız, tarafların uzlaşması mümkün mü?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başkan Trump’un G20 toplantısı esnasında bir araya gelmeleri planlanmıştı. Görüşmede başlıca hangi mevzular ele alındı?
Muhtemelen görüşme gündemi bir hayli yüklü olmakla beraber, kuşkusuz en önde gelen sorun Türkiye'nin Rusya'dan S-400 füze sistemini satın alması ve sürecin son ayağı olarak bunların Türkiye’ye teslim edilerek konuşlandırılması halinde ABD'nin Türkiye'ye yaptırım uygulama planlarıydı. Cumhurbaşkanımız, Trump'tan yaptırım uygulamaya hazır oldukları izlenimini edinmediğini ileri sürüyor. Bu doğru olabilir, ancak ABD’deki siyasi güç, bizdeki üniter devlet sistemine nazaran kurumlar arasında daha fazla dağılmıştır. Nitekim, daha önceki deneyimler Trump’ın iktidarda olmasına rağmen, her zaman tek başına siyaset geliştirme ve uygulama kararı alamadığını gösteriyor. Ayrıca, yaptırımların uygulanmasını kısıtlama gücüne yasal olarak sahip olmadığı durumlar da söz konusu. Dolayısıyla, bu görüşme aradaki ciddi farklılıkları gideremeyebilir.
Kafaları asıl karıştıran ise S-400’ün, Amerikalıların sistemin ittifak için yarattığını söylediği tüm tehlikeleri taşıyıp taşımadığı. Buradaki temel iddia, radar sisteminin NATO savunma sistemi ve özellikle de F-35 savaş uçakları hakkında bilgi toplayarak zayıf yönlerini ortaya çıkaracağı ve hatta radarlara yakalanmasını engelleyen görünmezlik sisteminin sırlarını ele vereceğidir. Buna karşılık, Türk hükümetinin de işaret ettiği ilginç nokta ise çok sayıda F-35'in zaten S-400 radarlarının menziline girdiğidir. Örneğin, İsrail bölgede F-35'lerini uçuruyor ve görünüşe göre İngiliz F-35'lerinin de Suriye'ye uçtukları ve ayrıca Rus radar sisteminin menziline girdiğine dair yeni haberler var. En son tahlilde, F-35lerin zaten S-400 radarlarının bulunduğu bölgelerde uçmaları gerekecek ve zaafları tespit edilebilecek. Bazı S-400 radarlarının Türkiye'ye yerleştirilmesi ve bu nedenle F-35'lerin zayıf yönleri hakkında bilgilerin Rusların eline geçeceği iddiası aslında ikna edici olmaktan uzaktır. Kanaatimce, en ciddi kaygılar, Amerikalıların ve muhtemelen diğer müttefiklerin, Türkiye ile olan şu anki sorunlu ilişkilerinden dolaylı Türklerin Ruslardan sır saklamak konusundaki kabiliyetine veya kararlılığına yeterince güvenmemelerinden kaynaklanıyor. Ayrıca, ABD’nin gündeminde ek bir madde olarak kendi ürettiği Patriot füzelerini satma arzusu olabilir. Türkiye S-400'leri alıp kullanmaya başlarsa, sadece Türkiye pazarını kaybetmekle kalmayacaklar; bu durum diğer bazı ülkelerin S-400'leri satın almasının önünü açacaktır. Çoğu teknik analiz S-400'lerin Amerikan Patriot füzelerinden daha donanımlı bir sistem olduğuna işaret ediyor. Ortada hem güven sorunu hem de pazar kaybetme korkusu var.
S-400'ler F-35'in 'hayalet' güçlerini aşmayı başarırsa bunun çok büyük finansal maliyetleri olacak. Uzmanlar, F-35'in 'hayalet uçak' olmasının ötesinde özelliği bulunmadığını iddia ediyor. Bu yetenek tehlikeye girerse, kim satın almak ister? Üstelik Amerikalılar bu uçağı geliştirmek için yüz milyarlarca dolar harcadılar.
Çok doğru. F-35'in kaderi görünmezliğin ne kadar güvenilir olduğuna bağlı. Ancak dediğim gibi, bu nitelik test edilmek zorunda kalacaktır, çünkü bu uçaklar S-400 radarlarının kullanıldığı bölgelerde uçacaklar. Bu sadece Türkiye için geçerli bir husus değil. Eğer bu uçağı imal edip bir S-400 sisteminin olduğu bölgelerde uçmayacağını söylerseniz, aslında işe yaramaz bir uçak inşa ettiğinizi itiraf etmiş olursunuz.
Bu sorunların hepsi muhtemelen G-20 toplantısında gündeme geldi. Ancak, ABD ve Türkiye'nin bu iki liderin kendine özgü liderlik tarzı var. Her ikisinin de S-400 alımı dahil, birçok konudaki söylemleri sert. Sizce, hala bir uzlaşma alanı mevcut mudur?
Mesele Türkiye liderinin bu işin bitmiş bir anlaşma olduğuna dair beyanlarının pazarlık pozisyonunu güçlendirmek için mi tasarlandığı, yoksa sadece son durumun tespitinden mi ibaret olduğudur. Söyleyebileceğim tek şey, Türk hükümeti tutumunu o kadar kesinleştirmiştir ki, bundan sonra bir pazarlık sonucu tutumunu değiştirmesi gerek güvenilirlik gerek Rusya ile ilişkiler açısından çok maliyetli olacağıdır. Dolayısıyla, karşımızda nihai bir karar olduğunu düşünüyorum. O zaman sorulması gereken yeni soru şudur; Türk hükümetinin Amerikalıları Türkiye'ye yaptırım uygulamamaya ikna etmesinin başka yolu var mı?
Ancak ABD'de yaptırım uygulamayı seven bir Başkan var…
Yaptırım uygulamaları genelde dikkatle incelendiğinde geçici etkilerinin olabileceği, ancak her zaman kalıcı etkiler doğurmadığı görülmektedir. Yaptırım uygulanması, insanları uygulamaların etkili olduğu alanlardaki çerçeveyi değiştirmeye çalışmaya sevk ediyor. Birçok ülkenin şu anda Amerika'nın İran'a yönelik yaptırımlarını atlatmak için araçlar geliştirmeye çalıştığı gerçeği karşımızda. Yaptırımlar karşısında insanlar her zaman bunları atlatmak için yeni finansal veya diğer mekanizmalar bulmaya çalışacaklardır. Dolayısıyla hasar geçici olabilir.
Bu durumda, Türkiye G-20'de ortaya bazı geçerli argümanlar koymuş görünüyor. Aynı zamanda, belediye seçimleri nedeniyle müzakere etme yeteneğinde bir etki olduğunu düşünüyor musunuz?
Cumhurbaşkanının hala önünde dört yıllık bir görev süresi var. Siyaseti belirleme açısından kritik konumunu koruyor. Ama başka bir şekilde zayıfladığı söylenebilir; artık dikkatini çok daha fazla iç meselelere çevirmesi gerekebilecektir; o zaman dış meseleler için daha az vakit ayırmak zorunda kalabilir. Eğer, bu durum dış politikadaki rolünün yeniden şekillenmesini gerektirir ve dış politikanın yapımı ve uygulanmasından sorumlu kurumların faaliyet alanını genişletecek olursa, bu mutlaka bir sorun anlamına gelmez. Ancak Cumhurbaşkanımız dış politika konularının bizzat içinde yer aldığından ve de yaklaşımında çok kişisel olduğundan, dış meseleler için yeterli zaman bulmakta biraz zorluk çekebilir.