Futbolun endüstriyel gelişiminde finansal aşama (III)

Tuğrul AKŞAR
Tuğrul AKŞAR EKO-SPOR [email protected]

Geçen haftaki yazımızın ikinci bölümünde, endüstriyelleşen futbolun rekabeti nasıl olumsuz etkilediğini ve rekabetin yeniden nasıl şekillendiğini anlatmıştık. Bu haftaki yazımızın son bölümündeyse, haksız rekabeti yücelten finansal futbolun kaynaklarını nereden ve nasıl sağlamaya çalıştığı üzerinde duracağız. 

Rekabetin finansmanı nasıl sağlanıyor?

Peki, kendilerine haksız rekabet üstünlüğü sağlayan bu kulüplere para nereden geliyor? Bu soruya verilecek ilk yanıtlardan birisi: Merkez lig takımlarının sportif performanslarını parasal üstünlüğe dönüştürürken, rakipleri aleyhine gelişen haksız rekabet, bir süre sonra, futbol dışı fonların bu takımlara daha fazla yönelmesine neden oldu. (Belki, Alman Bayern Münih bu genellemenin dışında tutulabilir) Son yıllarda en fazla yabancı fon çeken kulüplerin başında Manchester City ve Paris Saint Germain (PSG) geliyor. Bu iki kulüpten Manchester City'e giren yabancı kaynak tutarı son iki yılda 440 milyon sterline ulaşırken, PSG'e giren yabancı sermaye tutarı ise (şimdilerde ülkemizde Digitürk’ü satın alan) Bein Sports Group aracılığıyla 250 milyon euro oldu. Yine, bu kapsamda Abramovich aracılığıyla Chelsea'ye aktarılan yabancı kaynak tutarı da 840 milyon sterline ulaşmış durumda. Bu kulüplerde yaşanılan bu sıra dışı gelir ve servet artışı, bu kulüplerin kendi liglerinde ve Avrupa futbol piyasasında kendi hegemonyalarını kurmalarını da beraberinde getirdi.

İkinci önemli finansman kaynağını ticari gelirler oluşturuyor. Ticari gelirler içinde başta sponsorluk gelirleri olmak üzere, kulüplerin yayın geliri hariç her türlü ticari kontratlarından oluşan gelirler oluşturuyor. 2004-14 arası ticari gelirlerin gelişimine bakıldığında, toplam gelirler içinde tek payını artıran gelir kalemi olarak karşımıza çıkıyor. Şüphesiz ki, bunda en büyük payı sponsorluk gelirlerinde yaşanılan olağanüstü artışlar oluşturuyor.

Üçüncü önemli kaynak ise, yıllık milyar eurolara ulaşan naklen yayın haklarının satışından elde olunan paralar oldu. Parasal gelir yaratmada birinci sırada yer alan Avrupa’nın beş büyük ligi, aynı zamanda borçlulukta da ilk sırada yer alıyor. Nitekim, 2016-19 arası naklen yayın haklarını 5.1 milyar sterlinee satan Premier Lig’in 2014 sonu itibariyle toplam borcu 2.4 milyar sterline ulaşmış durumda. Borçlanmanın temel nedenini de, bir önceki yıla göre %34 artarak, 964 milyon sterline ulaşan transfer harcamaları oluşturuyor. 

Premier Lig’de değirmenin suyu nereden geliyor?

Peki, Premier Lig’de değirmenin suyu nereden geliyor? Premier Lig’in temel yakıtını İngiltere dışından, bu lige akan para oluşturuyor. Son sekiz yılda Premier Lig’e gelen yabancı kaynak 9 milyar sterline ulaşmış vaziyette. Deloitte’un son raporuna göre 2013-14 sezonunda Premier Lig’e gelen yabancı sermaye bir önceki sezona göre %56 artarak, 212 milyon sterline ulaştı. Bu para akışından en büyük payı 94 milyon sterlin ile Manchester City alırken, onun Tottenham ve diğer kulüpler izledi. Bu bağlamda bakıldığında, aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere Premier Lig’de 11 kulübün mülkiyeti yabancıların elinde bulunuyor.

woeingve-004.png

Yabancı sermaye akımının dışında diğer önemli bir kaynak da, naklen yayın haklarının satımından elde olunan para. Nitekim, 2016-19 arası Premier Lig’in naklen yayın hakları 5.1 milyar sterline BskyB’ne satıldı. Uluslararası yayın hakları da bu tutara eklendiğinde, Premier Lig naklen yayın hakları tutarı 5.5 milyar sterline ulaşıyor. 
Aşırı gelir birikimi ve servet yoğunlaşmasının yaşandığı bu liglerde bazı kulüpler, sahip oldukları rekabet üstünlüklerini de kullanarak, Avrupa futbol pastasından daha fazla pay almaya başladılar. Küçük kulüp ve liglerin futbol pastasından aldıkları payların giderek incelmesi, büyük kulüplerle küçük kulüpler arasındaki rekabeti neredeyse olanaksız hale getirdi. Buna bağlı olarak, kulüpler ve ligler arasında sportif ve mali performansta derin uçurumlar oluştu. 

Büyükler para yaparken, küçükler kriz sarmalından kurtulamadılar 

Futbol ekonomisinin yarattığı gelirlerden çevre liglerin paylarına düşen gelirin giderek azalması, sportif rekabetin yanı sıra iktisadi ve mali olarak ta bu ligleri performans olarak olumsuz etkilemeye başladı. Bu olumsuzluk zaman içinde o ülke liglerinde sosyal ve sportif huzurluksuzlukları de beraberinde getirdi. Aslında, bu liglerin temel sorunu, finansallaşan futboldan yeterli pay alamamaları nedeniyle, rekabet için gerekli sermaye birikimine yeterli düzeyde ulaşamamalarıydı. Finansal futbolun sermaye birikiminde, merkez liglerin gerisinde kalan bu ligler, geçen süre içinde giderlerini karşılayabilecek yeterli gelire ulaşamadıkları için finansal krizlere girmeye başladılar. Finansal kriz ise, bu ligleri merkez ligler karşısında daha da yoksullaştırdı ve sportif performansta geride kalmalarına neden oldu. İstikrarlı bir büyümeyi yakalayamayan periferi ligler, doğal olarak gerekli servet birikimine de ulaşamadılar.

Bozulan rekabet, servet birikimini hızlandırdı

Kulüpler arasındaki rekabetin dengesiz ve haksız bir rekabete dönüşmesi, kulüplerin bileşkesinden oluşan lig yapılanmaları arasında da rekabetin bozulmasına yol açtı. Bunun doğal sonucu merkezde kümelenmiş ve futbolu domine eden merkez ligler (İngiliz Premier Lig, Alman Bundesliga, İspanyol La Liga, İtalyan Serie-A ve Fransız Lig1) oluştu. Bu ligler sahip oldukları haksız rekabet olanaklarını lehlerine kullanarak, zaman içinde Avrupa ve Dünya futbolunu yönlendiren ligler konumuna geldiler. Süreç içinde bu liglerin çevresinde de Periferi ve semi-periferi olarak nitelendirebileceğimiz lig yapılanması meydana geldi. Beş büyük ligin dışında, ancak sportif performans olarak onları zorlayabilecek ligler olarak değerlendirebileceğimiz (Hollanda Ligi, Portekiz Ligi, Belçika Ligi, Rusya Ligi, Türkiye Süper Ligi gibi) semi-periferi liglerin oluşumuna UEFA olanak tanıdı. Bu ligler, rekabetin tamamlanması için zorunlu liglerdi. 

Bu süreç aynı zamanda Merkez Ligler için bir servet birikim süreciydi de…Bu dönem teşvik, şike, rüşvet, şiddet, bahis gibi anti futbol unsurların da yavaş yavaş futbolun bağışıklık sistemini çökertmeden, palazlanmaya başladıkları dönemdir. “Kazanmak için her şeyin mübah olduğu” bir ortamda, haksız rekabetlerini daha da maksimize etmeye çalışan takımlar, sportif performansın önündeki engelleri kaldırabilmek için yeri geldiğinde teşvik, şike, rüşvet, şiddet ve bahis gibi anti futbol unsurlarını da kullanmaktan çekinmediler. Ancak, bu olumsuzlukların bir süre sonra kendisine zarar verdiğini gören Finansal Futbol, bu kez başta Finansal Fair Play kuralları olmak üzere, bir dizi uygulamalarla futbolu, anti futbol unsurlarına karşı koruma altına almaya çalıştı. Ama bunu yaparken de, yine Merkez Liglerin ve bu liglerin takımlarının çıkarlarını koruyarak bu düzenlemeleri getirdiler.

Son söz
Bugün Avrupa futbolu finansal bir niteliğe bürünmüştür. Endüstriyel futbolun en üst aşaması olan finansal futbol süreç içinde merkez lig yapılanmasını yüceltirken, çevre liglerin giderek rekabetten uzaklaşmalarını da beraberinde getirmiştir. Bu süreçte merkez ligler sermaye birikimlerini yoğunlaştırıp servetlerini artırırken, çevre ligler ve bu liglerin takımları ise mali anlamda net borçlu kulüpler haline gelmişlerdir. Rekabet giderek aleyhlerine bozulmuş, sportif olarak yetersizleştirilmişler ve kriz sarmalına sürüklenmişlerdir. Aslında, uzun vadede futbolun ölümü anlamına gelen bu sportif, iktisadi ve mali durum sürdürülebilir değildir ve Avrupa futbolunun geleceğini tehdit etmektedir. 

İşte Avrupa futbolunun temel sorunu budur. UEFA bu soruna acilen çözüm bulmalı ve rekabeti deha dengede bir rekabete dönüştürecek yeni yapılanmalara yönelmelidir. Şampiyonlar Ligi daha demokratik ve adil bir yapılanmaya dönüştürülmediği sürece, futbolun çevre ligleri sadece merkez liglere payanda olarak kalmaya devam edeceklerdir. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar