Futbolu sevmek ve 52. sezona merhaba...

Tuğrul AKŞAR
Tuğrul AKŞAR EKO-SPOR taksar@gmail.com

52. sezona merhaba…

Turkcell Süper Lig, 52. sezonuna bu hafta sonu oynanan maçlarla merhaba dedi. 18 kulüp 2009-10 sezonunda Süper Ligimiz'e yeni umutlar, yeni beklentiler ve hedeflerle giriyor. Bütün hedef sezon sonunda bu kupaya ulaşabilmek, ligi bir önceki yıla göre daha üst sırada tamamlayarak sportif ve mali yönden iyi bir performans sergileyebilmek. Bu amaçla Avrupa Kupaları'na katılabilmek.

Futbol bugün "iş" olsun diye oynanıyor

Futbol bir oyun. Yabancılara göre garip bir oyun. Ancak bu oyun son yıllarda çok daha farklı oynanmaya başlandı. Futbolun parasallaşma, ticarileşme ve endüstrileşme süreci onu, salt bir spor olmaktan çıkartıp, amacından ve anlamından çok daha farklı mecralara sürükledi. Futbolun o masum güzelliği her geçen sezon aldığı darbelerle örselendi. Ona farklı anlamlar yüklenmeye başlandı. Mücadele basit bir sportif rekabetten giderek uzaklaştı. Statlar birer arenaya dönüşürken, kulüpler milyonlarca doların peşinden koşan, devasa bütçelere sahip bir ekonomik organizasyona dönüştü. Futbol giderek parasallaştı, parasallaştıkça da futbolun o ellili, altmışlı hatta yetmişli yıllardaki masum güzelliği giderek yok oldu. Artık günümüzde futbol "iş" olsun diye oynanan, bir endüstriye dönüştü. Bu değişim sürecini, Uruguaylı büyük yazar Eduardo Galeano, "Gölgede ve güneşte futbol" isimli Türkçe'ye de çevrilen o nefis kitabının başlangıcındaki tümcelerle, futbolun öyküsünü, "zevkten zorunluluğa uzanan hüzünlü bir öykü" olarak niteliyor ve devam ediyor: "Spor bir sanayi dalına dönüştüğü oranda, iş olsun diye oynandığı zamanki güzelliğinden bir şeyler kaybetmiştir"

Gerçekten de futbol bugün parasal anlamda işe yaramayan her öğeyi ret etmekte; kendine farklı bir yol haritası oluşturmaktadır. Bu bağlamda sürecin giderek parasallaşması, futbolun özünü de değiştiriyor. Taraftar bir yandan, kulüpler nezdinde bir "müşteri" olarak görülüp, değerlendirilirken; diğer taraftan futbol kulüpleri yıllık ciroları yüz milyon dolarların üzerinde dev ticari örgütlenmeler haline geliyor. Bu kapsamda Avrupa'nın en zengin 20 kulübünün toplam yıllık geliri 5,5 milyar Euro'nun üzerine çıkarken, Avrupa'da futbolu domine eden beş büyük ligin yıllık gelirleri toplamı 8,5 milyar Euro'ya ulaşıyor. Kısacası futbol hızla parasallaşıyor, parasallaştıkça, masumiyetini yitirmeye devam ediyor.

Futbolun ticarileşmesi yeni sorunlar getiriyor

Futbolun evrimsel gelişimi bu dönüşümü bir yerde zorunlu kılıyor. Futbol pastasının büyümesi, gelirlerin yüz milyon dolarlara ulaşması çok doğal olarak sorunları da beraberinde getiriyor. Sportif rekabeti devam ettirmeye ve bu yarışma içinde olmaya çalışan kulüplerin giderek bozulan rekabetçi denge içinde haksız rekabete maruz kalmaları, onları bir finansal girdaba da sürüklüyor. Gün geçmiyor ki, medyada bir kulübün finansal problem ve sıkıntılarına ilişkin haberleri okumayalım. İflas eden, küme düşen, borçlarını ödeyemeyen ve yok olup giden onlarca kulüp birer haber manşeti olarak gözümüzün önünden kayıp gidiyor.

Parasal sıkıntıların neden olduğu sorunların dışında, futbolun masumiyetine zarar veren ve güzelliğini alıp götüren teşvik, şike, rüşvet, şiddet gibi anti-futbol sorunlarını da unutmayalım. Futbolun bağışıklık sistemini zayıflatan ve onu bir çıkar aracı haline dönüştüren, bu anlayışa karşı futbol otoritesinin gerekli önlemleri almada yetersiz kalması yeni sorunlara da davetiye çıkartıyor.

Kurumsal yapıdan ve yönetimden uzak yönetsel örgütlenmelerle yoluna ağır aksak devam etmeye çalışan kulüplerimizi önümüzdeki günlerde kurumsal yönetişim sorunları da bekliyor. Özellikle Avrupa futbolunun patronu UEFA'nın bu konularda bazı zorlayıcı önlemler almaya yönelik çalışmaları kısa süre içinde sonuçlanacak gibi görünüyor.

Futbolun tüm güzelliklerini doyasıya yaşamak istediğimiz 52. sezonda, yukarıdaki sorunlar kulüplerimizi bekliyor. Daha sezonun başında kulüplerin İddaa gelirlerindeki yeni düzenlemeler, bu sezon yapılacak naklen yayın ihalesi; ekonomik konjonktürdeki olumsuzluğun bir türlü düzelmemesi nedeniyle daralan gelirler; buna karşın durmayan transfer harcamalarının kaçınılmaz sonucu giderek bozulan mali denge ve bütçe disiplini; satılamayan kombine kartlar; maliyeye olan vergi borçları ve SSK primleri nedeniyle icrai takibe uğrayan kulüpler… Kısacası iç karartıcı ve sportif keyfimizi kaçırtacak konular ve sorunlar kapı önünde bizi bekliyor. Türkcell Süper Lig perdelerini açıyor ama, perdenin arkasında bir başka fırtına sürüyor. Ama tüm bunlara rağmen bu showun da devam etmesi gerekiyor.

Ancak sadece bu sezon değil, hemen hemen her sezon Turkcell Süper Lig aynı sorunlarla sezona başlıyor.

Toplumun her katmanını, bulaşıcı bir hastalık gibi sarmış, her uzvuna metastaz yapmış futbolda, nedir bu oyunu bu kadar vazgeçilmez kılan? Sonuçta bir yarışma değil midir, ucunda kupa bulunan.

Futbol giderek kirleniyor

Ne var ki, futbola olan aşırı ilginin, sportiflikten tecimselliğe gidişin kaçınılmaz olduğu günümüzde, paraya tedavül edilmesi, aslında son derece de normal ve eşyanın tabiatına da uygun olmasına karşın; bu gelişmede üzücü olan taraf, futbolun bir spor olmaktan çıkıp, endüstriyel bir sektör haline gelmesi sürecinde, giderek kirlenmesidir. Bu noktada, masumiyetini de yitirmeye başlayan futbolun, endüstrileştikçe kirlenen ve masumiyetten uzaklaşan bir niteliğe bürünmesi; onun metalaşarak, kendi pazarını yaratmasını ve yeniden pazar için üretime hazır hale getirilmesine neden olmuştur.

Ortaya büyük rantların çıkması, bir spor olan futbolu çok farklı mecralara sürüklemektedir. Marx'ın, bütün kötülüklerin anası olarak gördüğü para, bir yandan, futbolda her türlü üç kağıdın döndüğü spor dışı faktörleri besleyici bir ortam yaratırken; diğer yandan da futbolun bugün, bu kadar da sevilmesine de olanak sağlamıştır. Semih Gümüş'ün, "Futbol ve Biz" isimli kitabında da söylediği gibi: "Edilgin izleyiciler olarak bizler, elbette sporun artık endüstrileşmesinin, metalaştırılmasının yol açtığı tatsızlıkları da kabullenmek durumunda kalıyor olmamız, bu durumda bile onsuz yapamamamızın bir nedeni olmaktadır." İşte bu noktada karşımıza çıkan bu paradoks, sevgiyi de nefreti de bir araya getiren en önemli bir unsur oluvermektedir bir anda.

Taraftar uyuma 'oyun'una sahip çık!

Bu noktada Craig McGill'in, "Futbolun Kârhanesi" isimli kitabında da belirttiği gibi futbolun geleceği açısından taraftarın mutlaka oyunun içinde olması gerekiyor. Çünkü McGill'e göre, gelecek yıllarda futbolun en önemli anları saha içinde değil, saha dışında gerçekleşebilir; eğer taraftarlar buna dahil olmaz ve oyunla ilgili daha fazla söz hakkı talep etmezse, futbol tanınmayacak bir biçimde değişebilir, bu güzel oyun gelebileceği ve gelmesi gereken halin çirkin, bozulmuş bir biçimine dönüşebilir. Unutmayalım oyun değişiyor…

Futbol basit ve güzel bir oyundur!

Britannica, bugün dünyada en yaygın ve popüler spor dallarından birisi olan futbolu, çok basit anlamda, 11'er kişiden oluşan iki takım arasında oynanan ve oyuncuların, şişirilmiş bir topu, el ve kollarını kullanmadan rakip kaleye atmaya çalışmasına dayanan bir oyun olarak tanımlamakta… Mazisi çok eskilere gitse de, bu süreç içinde hiçbir zaman cazibesinden bir şey kaybetmemiş. Aksine kendisine olan ilgiyi daha da arttırarak günümüze kadar, kendisini geliştirip gelebilmiş.

Absürd sayılabilecek bir ilgi derecesinde, bugün milyarlarca kişiyi, peşinden sürükleme becerisi gösteren futbol, neredeyse çılgınlık haline gelmiş. Sahip olduğu evrensel dil ve herkesin algılayabileceği basitlikteki kuralları, onu daha da sihirli hale sokmuş. İşte bu faktörler, insanoğlunun yüzyıllar boyu kendisini hiç mi hiç uzak tutamadığı bir büyüyü de bu şekilde ortaya çıkartmış.

Sandığımızdan da yaşlı olan futbolu belki de daha da naif ve ilginç kılan ve bugüne kadar getiren temel özelliğinin, izlenebilirliğindeki heyecan ve adrenalin düzeyindeki yüksekliğin hiçbir dönem ve tarih kesitinde, bugünden daha düşük düzeyde olmamasıdır. Her zaman futbolu canlı ve heyecanlı tutan, gelişimine katkı sağlayan bu dinamizmin özünü, belki de, Tayfun Öneş'in, "İçimizdeki Futbol, Dışımızdaki Futbol" isimli eserinde belirttiği binlerce yıl önce söylenmiş, Konfüçyüs'ün şu sözünde bulabiliriz. "Galibin burnu büyümemeli, mağlubun cesareti kırılmamalıdır".

Toplumun her katmanını, bulaşıcı bir hastalık gibi sarmış, her uzvuna metastaz yapmış futbolda, nedir bu oyunu bu kadar vazgeçilmez kılan? Sonuçta bir yarışma değil midir, ucunda kupa bulunan. Kitleleri kalbinden fetheden, uğrunda ölümlerin göze alındığı, Rysard Kapuscinski'nin, "Futbol Savaşı"nda ortaya koyduğu çarpıcı örneklerde olduğu gibi, ülkeler arası savaşlara neden olan…

Ya da Bora, Reiter ve Horak'ın derlediği makalelerden oluşan "Futbol ve Kültürü" isimli müthiş eserde, Gabriel Colome'in, "FC Barcelona ve Katalan Kimliği" başlıklı makalesinde yazdığı gibi, "ellili yıllardan itibaren merkezi iktidarla özdeşleştirilen ve kralın takımı olan Real Madrid'in, Barça tarafından ilk defa alt edilmesiyle", demokrasiye geçiş sürecini başlatan bir olgu mudur yoksa. Seyir zevkimizi tatmin ettiğimiz, aklımızı ve ruhumuzu doksan dakika dışarıda bırakacak kadar, yediden yetmişe herkesin büyük bir tutkuyla bağlı olduğu ve peşinden koştuğu, masum bir spor dalı mıdır ya da futbol?

Nasıl değerlendirirsek değerlendirelim; futbol, bugün yaşantımıza yön veren, giderek ilgisini daha da artıran, günümüzün vazgeçilmez toplumsal olgularından birisi.

Bazı futbol yorumcularına göre, şunun şurasında bir "eğlencelik" olan futbolda, tam da liglerin başladığı bir zamanda, bu kadar sosyolojiyi ve felsefeyi zorlamanın anlamı nedir diye soracak olursanız: Buna verilecek yanıt madalyonun diğer yüzünün de görülmesiyle ilgili olacaktır.

Futbolu seven ve futbol üzerine düşünen birisi olarak, en büyük dileğim, spor elbisesinin futbolu tüm pislik ve kirden koruması, uzak tutmasıdır. Futbolun sadece futbol olmadığını da, geçmiş yıl uygulamalarından görmüş olmanın verdiği endişenin dışa vurumudur, aslında bu sütunda yazılanlar. Ama ben yine tüm iyi niyetimle, bu beklenti içinde, futbolu sevmeye devam edeceğim. Futbolu, kendi kültürel art alanı içinde değerlendirilmesi gereken, güzel bir oyun olarak görüyorum.

Futbolu sevmek, sadece tuttuğunuz takımı sevmek değildir!

Tanıl Bora'nın derlediği, "Takımdan ayrı düz koşu" isimli çalışmada, Ahmet Çiğdem'in üzerine basarak söylediği gibi; "Futbolu sevmek, sadece kendi tuttuğu takımı sevmek değildir elbette…

Maalesef Türkiye'de taraftar denilen kitle ne yazık ki, hep kendine taraftar olan, takım sevgisini, ancak takım kendisini tatmin ettikçe sürdüren bir güruhtan ibaret." Bu değerlendirmeye, çok rahatlıkla, adı futbol yazarı, kendisi taraftar olan köşe yazarlarını da eklemeyi unutmamalıyız.

Oysa kişisel görüşüm o dur ki, futbolu sevmek: Futbol üzerine düşünmek ve futbol kültürünün düşünsel birikimine katkı sağlamaktır. Bu platformda yazılanları, futbolu bir kahve ve sokak kültürü olarak gören basit ve sığ, aynı zamanda tarafgir anlayışın pençesinden kurtarma çabaları olarak görmek, değerlendirmek gerekir. Bunu yaparken de, futbolun kendine özgü kültürel yapısını anlamaksızın, sadece sosyo ekonomik boyutundan hareketle, hala onu yığınları uyuşturan bir yönetsel araç olarak görme hatasına da düşmemiz gerekir.

Sonuçta, futbolun show-business haline geldiği modern çağımızda, bu temaşa sanatından maksimum zevki ve keyfi almaya çalışalım. Olayın hem gösteri hem de iş olan kısmını, ayrı ayrı değerlendirelim ve herkesten daha temiz ve fair bir futbol için, futbolu sevmelerini, futbol üzerine düşünmelerini isteyelim.

Bu temenni altında 52'ciye merhaba diyeceğimiz, Turkcell Süper Lig'e de hoş geldin diyelim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar