Futbolda paradigma değişti!
Futbolun küreselleşmesi onu endüstriyel ve finansal dönüşüme uğrattı. Bu süreçte merkez liglerde yer alan kulüplerin gelirlerindeki aşırı artışlar, onların ciddi sermaye/servet birikimine ulaşmalarına olanak sağladı. Kulüplerdeki bu aşırı gelir ve dengesiz servet gelişimi, bu kulüplere rakiplerine karşı önemli bir rekabet üstünlüğü sağladı. Bu gelişim ve değişim, merkez liglerin lehine, çevre ve küçük liglerin aleyhine yeni bir haksız rekabetin doğmasına neden oldu. Bu ise, finansal futbolun krize girmesinin yeni kaynağını oluşturdu. Endüstriyel dönemde karşımıza çıkan bu paradigmaya ilişkin öngörüm ve gözlemim o dur ki; küreselleşmenin sağladığı avantajlarla gelirlerini geometrik olarak artırabilme olanağına kavuşan merkez kulüpleri/ligleri ya da yüksek bütçeli kulüpler, aşırı gelir artışlarıyla servetlerini artırdılar. Bu kulüpler, küreselleşmenin ve marka olmanın getirdiği avantajı finansal üstünlüğe çevirerek, rekabet koşullarını kendi lehlerine çevirip haksız rekabeti futbola egemen kıldılar. Bu durum süreç içinde bu kulüplere, sportif performanstan bağımsız gelir yaratabilme olanağı sağladı.
Zenginler krize karşı korunaklı
Dolayısıyla, bu kulüplerin zaman içinde gelirleri geometrik bir artış kaydederken, sportif performansta aynı ölçüde gelişim sağlayamamaları, krizin temel çekirdeğini oluşturdu. Çünkü, parasal servetlerini arttıran bu kulüpler, finansallaşmanın sağladığı avantajla yüksek harcama bütçelerine sahip oldular. Bu kulüplerde gelir artış/servet edinme hızının, sportif performans artış hızının üzerinde bir gelişim göstermesi ve bu Futbolda paradigma değişti! kulüplerin UEFA tarafından sürekli show’un devamı açısından bir ihtiyaç olarak görülmeleri, futbolda tüm dengeleri bozdu. Zaten, anomalik bir sektör olan futbol, bu etkiyle yeni krizlere girmek durumunda kaldı. Bu kriz kaynağı, futbolun rekabetçi yapısını büyüklerin lehine bozarak, fair play ruhunu örseleyerek, sürdürülemez eşitsizlikleri otomatik olarak üretmeye başladı. Merkez liglerde/ güçlü takımlarda hedefe ulaşmak ve mevcut gelir yapısını devam ettirebilmek için, kulüpler daha fazla harcama yapmak ve yüksek gider bütçelerine katlanmak zorunda kalıyorlar. Katlanılan maliyet karşısında sportif performansın gelmemesi durumundaysa, bu kulüpler var olan rekabet içinde mevcut iktisadi ve mali yapılarını devam ettirebilme yetkinliğine sahipler. Bu süreçte Sportif performans-Mali performan-Sportif performans döngüsü (başarı döngüsü) kesintiye uğrasa da, pastadan fazla pay alabilme özelliği ve geçmişten gelen servet birikimi bu kulüpleri, olası krize karşı bir süre koruyabiliyor.
Düşük bütçeli kulüpler hep sportif performans koymak zorunda!
Çevre liglerde ve düşük bütçeli takımlarda ise kriz, mevcut kaynakların etkin ve verimli yönetilememesinden ve merkezle rekabet edememesinden kaynaklanıyor. Bu kulüpler varlıklarını devam ettirebilmek için sürekli ortaya sportif performans koymak zorundalar. Yani, “bisiklet teorisi” bu kulüp ve ligler için geçerlidir. Var olmak için hep “pedal basmak zorunda” olan bu kulüpler, sportif performans ortaya koyamadıklarında, sahip oldukları finansal yapıyı devam ettirememekte ve krize girmektedirler.
Futbolda servet birikimi finansallaşmaya yol açıyor!
Her hal ve karda şunu görüyoruz ki, aşırı gelir artışı ve buna bağlı oluşan servet birikimi, futbolda finansallaşmaya, finansallaşma da kulüpler arasında polarizasyona yol açıyor. Finansal polarizasyon ise bir süre sonra rekabeti bozuyor ve etik problemlerle birlikte krize davetiye çıkartıyor. İşte bu durum bugün futbolun ekonomi politiğini oluşturuyor. Kulüpler arasında servet ve gelir dağılımı dengelenemediği sürece, futbolun asimetrik ve irrasyonel yapısı kriz üretmeye devam edecekmiş gibi görünüyor.
Sportif performanstan bağımsız gelir yaratabilme kriz çıkartıyor
Futbolun endüstriyel transformasyonu günümüzde finansallaşmayı beraberinde getirdi. Bugünkü endüstriyel/finansal futbol yapılanması, zengin kulüplerin sportif performanstan bağımsız gelir yaratabilme gücüne olanak sağlıyor. Bu yapısal dinamik, ortaya yeterli sportif performans koyamasalar bile bu yüksek bütçeli ve güçlü takımlara farklı bir yetkinlik veriyor. Yani, Manchester United, Arsenal, Milan, Inter, bir dönem Real Madrid örneğinden de görülebileceği üzere, bu kulüpler özellikle uluslar arası arenada yeterli olabilecek bir sportif performans koyamasalar bile, merkez liglerde yer alıyor olmalarının avantajları ve endüstriyel nitelikleri nedeniyle, yüksek parasal gelir yaratma/ servet edinme olanağı sağlayan yarışmalara (Şampiyonlar Ligi) doğrudan katılabiliyorlar. Bu durum, süreç içinde, bu kulüplerin gelirlerini geometrik olarak artırabilmelerini mümkün kılabiliyor. Gelirlerdeki bu sıra dışı artış, zaman içinde kulüplerin daha güçlü kadro kurma ve diğer fiziksel ve mali olanaklara ulaşmasına olanak tanıyor. Buda yeşil sahalarda ise haksız rekabet şeklinde oluyor.
Daha fazla gelire ulaşan merkezdeki takımlar, daha kolay ve daha çok para harcayabiliyor, varlıklarını/servetlerini artırabiliyorlar. Buna bağlı olarak bir merkez takımının piyasa değeri veya bonservis bedelleri üzerinden takım değeri, çok hızlı bir şekilde büyüyebiliyor. Bu kulüplerin/ liglerin varlıklarındaki artış hızı, bu takımların sportif performans hızlarıyla karşılaştırıldığında birbirleriyle çok örtüşmüyor. Ancak, mevcut finansal futbol yapılanması (endüstriyel yapı), bu takımların show içinde olmalarını (reyting için bu gerekli) gerektirdiğinden, sportif performans olması gereken düzeyden aşağıda bile olsa, bu takımlar gelir yaratmaya ve servetlerini artırmaya devam edebiliyorlar. İşte, gelirlerdeki/servetteki bu artış hızı, sportif performans artış hızından daha büyük olduğu için bu kez futbol krize girmeye başlıyor.
Diğer ligler arayı kapatmaya çalışıyor!
Buraya kadar ifadelerimizde merkez liglerin ve kulüplerin iktisadi ve finansal anlamda diğer liglerle arayı açtığını ifade etmiştik. Nitekim, bugün 19.5 milyar euroya ulaşan toplam Avrupa futbol pastasının %53’ü beş büyük lig tarafından paylaşılırken, kalan %47’lik dilim de diğer 48 Lig tarafından paylaşılıyor.
2000-13 dönemi arasında Avrupa futbol gelirleri %193’lük bir artışla 6.6 milyar eurodan 19.5 milyar euroya ulaştı. Bu süreçte, beş büyük ligin gelirleri %104.8 oranında bir artış kaydederken, çevre liglerin gelirleri %428.6 oranında arttı. Başlangıçta beş büyük ligin toplam gelir içindeki payı %72 civarındayken, bugün bu oran %53’e gerilemiş durumda. Ancak, bu olumlu bir gelişme gibi görünse de, merkez ile çevre ligler arasında lig başına ortalama gelir farkı kapatılamayacak kadar yüksek görünüyor. Bugün diğer liglerin gelirleri 9.6 milyar euroya yükselmiş olmasına karşın, merkez ile çevre ligler arasında lig başına ortalama gelir bakımından tam 10 kat fark bulunuyor.
Grafikteki ligler arasındaki servet gelişimindeki farklılıklar, çevre liglerdeki çoğu kulübün pastadan daha az pay alabilmesine sebep oluyor. Bu durum, çevre liglerin kulüplerinin daha az varlık sahibi olmalarını, yani daha az büyümelerini beraberinde getiriyor. Buradan hareketle, şunu diyebiliriz: Merkez liglerdeki finansal büyüme daha az olsaydı, çevre ligler daha fazla büyüyebileceklerdi. Avrupa'da ligler arasında bu denli uçurum oluşmayacak, futbol daha dengeli ve daha rekabetçi olabilecekti.
En zengin 10 kulübün geliri Avrupa futbol gelirinden fazla arttı
Deloitte’un çalışmalarına göre Avrupa futbol gelirleri son onüç yılda %193 artış kaydederken, en zengin 10 kulübün gelirleri ise %271’lik bir artışla 1.3 milyar eurodan, 3.6 milyar euroya yükseldi. Yani, en zengin on kulübün gelirleri bu süreçte, Avrupa futbolundan %40 daha fazla artış kaydetti. Çalışmalarımıza göre en zengin on kulüp, toplam gelirin %19’unu kendi aralarında paylaşıyor.
Bugünün en zengin on kulübü, toplam gelirlerini yüzde kırk daha fazla artırmamış olsaydı, çevre liglerin gelirleri daha hızlı bir büyüme gösterecekti. En zengin 10 kulübün ortalama yıllık geliri 356 milyon euro seviyesindeyken, diğer liglerdeki ortalama zengin kulüplerin gelirleri 56 milyon euro, en yoksul kulüplerin ortalama gelirleri ise yaklaşık 12 milyon euro düzeyinde…Buna göre en zengin ile en yoksul arasındaki gelir farkı 344 milyon euro civarında.
Dünyanın en değerli kulüpleri beş büyük ligden
Futbolun finansallaşmasının bir sonucu olarak karşımıza çıkan, en önemli rekabet üstünlüklerinden birisi de, kulüp piyasa değerlerinin artmasıdır. Servet artışı, zenginlik anlamına gelen bu gelişme, diğer taraftan bu kulüplerin uluslararası futbol ekonomisinden/paz arından daha fazla pay aldığının da bir göstergesi olarak yorumlanmalıdır. Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere, Forbes tarafından kulüplerin finansal rasyoları, gelirleri, taraftar tabanları gibi değerler baz alınarak yapılan araştırmaya göre Dünyanın en değerli kulübü olarak 3.5 milyar dolarlık piyasa değeriyle Real Madrid’i görüyoruz. Real Madrid’in toplam gelirleri ise 675 milyon dolara (518.9 milyon euro) ulaşmış durumda.