Friedman'ın müjdesi ve işin doğrusu

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Gün geçmiyor ki farklı konularda abartmalı ve iyimser haberler kamuoyunun en büyük ilgisini çekmesin!.. Kuşkusuz bunların kriz kaygısı ile bozulan moraller açısından toplumsal terapi etkisi de var; ama gerçek gündemi, dolayısıyla kendi eylem programımızı unutturma, bizi biraz da hoşlandığımız rehavet psikolojisine sokma riski daha fazla.

Artık bütün veriler ve projeksiyonlar gösteriyor ki hem kontrolümüz dışında dünya şartlarında oluşan değişim, hem de kendi iç çekişmelerimiz ve çelişkilerimiz ile yitirdiğimiz zaman önümüzdeki birkaç yılın son iki yıldan çok daha zorlu geçmesine yol açacak. Buna karşılık bolluk ve genişleme dönemindeki fırsatlardan yeterince yararlanmayışımızın bu son krizden sonra avantaj haline dönüşen sonuçları da var; risk birikiminin, diğer ülkelere oranla, baş edilemeyecek düzeylere varmamış olması da bunların başında geliyor.

Türkiye cazip ama riskli

Geçen hafta İstanbul'da gayrimenkul sektörüne ilişkin iki toplantı epeyce yankı yaptı. Gerek PricewaterhouseCoopers (PwC) ile Urban Land Instute'nin (ULI) yıllık "Avrupa emlak piyasasında trendler" raporunun açıklandığı toplantı, gerekse Alışveriş Merkezleri Konferansı sadece İstanbul'un mevcut koşullarda dahi cazibesini koruduğu yönündeki mesajları ile algılandı.

Oysa İstanbul'un (ve azalan cazibe düzeylerinde Türkiye'nin diğer şehirlerinin) en önemli avantajlarının genç nüfus ile birlikte pazarın doymamışlığı (emlak yatırımlarına olan ihtiyaç), bankacılık kesiminde ve genel olarak emlak sektöründe risk ve kaldıraç düzeyinin düşüklüğü, zaten göreli olarak yüksek olan getirilerin (mesela kiraların) krizin varlık fiyatlarında yol açacağı düşüş ile daha da yükselme ihtimali olduğuna işaret etmekte yarar var. İstanbul'un perakende dışındaki emlak segmentlerinden konutta ikinci, diğerlerinde birinci olması bu faktörler itibariyle taşıdığı potansiyelden dolayı.

Ancak bu potansiyelin yatırıma dönüşmesinin önündeki engeller de az değil. Piyasa işleyişinde ve saydamlıkta yetersizlikler, işlem sayısının azlığı, AB uyum sürecinin yavaşlaması, büyüme oranının düşmesi ve emlak piyasasındaki hizmet sağlayıcılardaki deneyim noksanı bu yüksek potansiyeli İstanbul'u risk açısından 20nci sıraya düşüren bir risk algılaması ile kısıtlıyor. Öte yandan PwC-ULI toplantısının yerli panelistlerinin de belirttiği gibi, gelir düzeyi düşen kitlelerin konut talebini destekleyecek kamu politikalarına ihtiyaç var. Genel olarak bekle-gör atmosferinin hakim olacağı önümüzdeki bu iki yılda bu risk faktörlerinin üzerine yoğunlaşırsak, yatırımcı potansiyelini gerçeğe dönüştürme şansımız artacak.

Gücün kaynağı ve başarı faktörleri

Geçen haftanın en fazla ilgi çeken haberi, Türkiye'ye davet edilen Amerikalı yazar George Friedman'ın, neredeyse hiçbir şey yapmasak bile, önümüzdeki yüzyılın en önemli güçlerinden biri olacağımızı müjdelemesi idi. Aslında bir dizi jeopolitik senaryo ve varsayıma dayalı bir kurgulama olan konuşmanın küreselleşme trendinden ulus devletlere dönüş ve Çin, Rusya ve AB nin yerine Japonya, Türkiye ve Polonya'yı ABD ile birlikte öne çıkaran içeriğinde tartışmalı ve kendi içinde çelişkili yanlar da var. Ancak esas boşluğu, küreselleşmedeki duraklamanın ve onun uzantısı olarak şimdilerde uç vermekte olan korumacılık eğilimlerinin en fazla Türkiye'nin de içinde olduğu yükselen pazar ekonomilerine zarar vereceği gerçeğini ve daha da önemlisi, ülkemizin insan ve sermaye potansiyelini geliştirmek için mutlak ihtiyaç duyduğu yol haritası ve büyüme stratejisi önceliğini göz ardı etmesi. Şurası belli ki Türkiye'nin gücü, mevcut durumuyla böbürlendiği oranda değil, kusurlarını ve eksikliklerini giderdiği oranda artacak!..

Yol haritamızda rekabet gücümüzü ve sürdürülebilir büyüme yeteneğimizi belirleyecek başlıca faktörler belli: Reel kesimin katma değer yaratma kapasitesi ve ölçek büyüklüğü ile işgücünün niteliği ve verimliliği.

Reel kesim işletmelerinde dönüşüm sürecinin krizin daraltıcı ve zorlayıcı etkileriyle hızlanması, bu arada ciddi ortaklık ve konsolidasyon yaşanması muhtemel. ABD'nin hastalıklı bankacılık sistemi üzerinde çalıştırmaya başladığı stres testine benzer bir uygulamanın bizde de Hazine ve bankacılık sistemi işbirliği ile finansman ihtiyacındaki reel kesim şirketleri için tasarlanmasında yarar var. Krizi aşmanın anahtarı olan güven tesisi ve kredi mekanizmasının canlanması böyle sağlanabilir. Vade uyumsuzluğunu giderici vergi düzenlemeleri de bunu tamamlar.

Abartılı bir iyimserlik içinde olduğumuz nitelikli işgücü konusunda da suya tirit ve kendi diline bile hakimiyeti sağlamayan genel bir eğitim yerine analitik düşünmeyi, hayata dair becerileri ve meslek pratiğini sağlayacak bir eğitim modeline hava ve su kadar ihtiyacımız var.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019