“Fotoğraf, hakikatin içinden çaldığın parçadır”
“Şimdi şöyle düşün; gazeteciliğe başladığımdan bu yana bir sürü dokümantasyon topladım; yani 1948’de başladım gazeteciliğe şimdi altmış sene oluyor. 1956’dan beri de enternasyonal basında çalıştım. Time’ın, Life’ın muhabirliğini yaptım. Büyük gazetelerdir bunlar, yani Türkiye’dekiler gibi değildir; anladın mı? Yaz bu lafı! Hakiki gazetedir yani. Bütün dünyayı gezdim. Bütün bu birikimleri fotoğrafladım. Ölmeden evvel dünyaya bırakmam gereken birtakım şeyler var.”
Allah gecinden versin Ara Güler, seni seviyoruz, sana ihtiyacımız var...
“Eee gecinden, iyisinden işte neyse… Bunları kitap haline getirmek lâzım. Türkiye’deki bütün medeniyetleri çekmişimdir. Onları topladım kitaplarda. Milattan önce on iki binden, Atatürk’e, Cumhuriyet’e kadar bütün o medeniyetler; Osmanlı’sı, Bizans’ı, minyatürü, yazısı, çinisi… Kocaman kitaplar yaptım.
Çektin dolaba koydun ne olur? Sekiz yüz bin dia var bende. Ne olacak bunlar?.. Şimdiye kadar yirmi sekiz kitabım çıkmış farkında mısın? Yurtdışında çıkanlar hariç…
Her çekilen fotoğraf, fotoğraf değildir. Her fotoğraf sanat değildir. Sanat fotoğrafı başka şeydir. Eğer hayatında elli tane sanat fotoğrafın varsa büyük fotoğrafçı sayılırsın, gerisi iştir anladın mı? Gazetecilik bir iştir, sanat değildir. Onları karıştırmayın. Benim müzede yüz elli fotoğrafım olur. Çünkü geri kalanı röportajdır, onlar müzeye konmaz.
Röportajlarım içinde sanat fotoğrafı olabilecek ağırlıkta birkaç adam vardır. Meselâ eğer Salvador Dali’nin resmini çektiysen, ben çektim, o hiçbir zaman sanat olmayacaktır; o bir Salvador Dali resmidir. İyisi olur kötüsü olur. Veya Picasso’nun fotoğrafını çekmişim, çek! Her yerde çıkıyor. Bunlar dokümantasyondur.
Sanat fotoğrafı başka şeydir. Fotoğraf, hakikatin içinden çaldığın parçadır. Hayattan çektiğin bir parçanın sana bir şey anlatması, bir görüntünün ölmezleşmesi ve bunun estetik duygular içinde yapılmış olması, seni bir dünyaya sürüklemesi lâzımdır. Eğer bunu yapıyorsa sanat odur. Yoksa her çekilen fotoğraf sanat olur mu?
Şimdi ortalıkta fotoğrafçı diye dolaşanlar var. Onların hiçbiri resim çekmiyor, ıstırap çekiyor! Fotoğrafın anlaşılması için sekiz kere yeniden doğup ölmeleri lazım. Onuncu seferinde anlayacakladır belki... Eğitimsizler... Üniversite mezunu diyorsun, bizim sekizinci sınıfta okuduğumuzu, bunlar üniversitede okuyorlar…
Kaç kişi sanatçıdır, kaç kişi fotoğraf sanatçısıdır? Kaç sanatkâr vardır dünyada. Şimdi ben Beethoven mıyım? O, sanatçıdır. Mozart sanatçıdır. Shakespeare sanatçıdır. Çünkü bunların tartışması olmaz. Goethe sanatçıdır. Kendine sanatçı diyen adam mühim değildir.
Yazarların durumu zor. Olsa olsa elli senelik ömrü kaldı yazarlığın. Sonra yazarlar kendilerini hep en büyük şair, en büyük bilmem ne zanneder. Aslında yazarlar olmasa insanlar daha rahat edecekler. Onlar kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramazlar. Almanların Yahudilere yaptığı eziyeti hangi yazar anlatabilir fotoğraftan daha iyi. Artık görsel olarak varsa vardır, yoksa doğrudur, olmuştur, bilinir; fakat herkes kendi hayal gücüne göre anlar bir katliamı veya başka bir şeyi... Ama eğer ortada bir dokümantasyon varsa, ki bunlar fotoğraftır, dokümanter filmdir vs… Önümüzdeki çağlarda tarih, artık görsel olacaktır.”
Ara Güler’le 10 yıl önce yaptığımız uzun bir söyleşiden birkaç paragrafı alıntılamaya çalıştım…
Kaybolan değerlerin, yitip giden İstanbul’un insanıydı Ara Güler. Dünya tarihinde adı her zaman yaşayacak, fotoğraflarına binlerce yıl sonra bile, insan soyu sürdükçe bakılacak...
Güle güle Ara Güler, seni seviyor, seninle aynı kentte yaşamaktan, seni tanımış olmaktan onur duyuyorum...