Fizibilite (2)
John Perkins’in “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” kitabını okuyunca anlam veremediğim bazı kamu yatırımlarının arkasındaki dinamiklerden bir kısmını anlamıştım. Bir kısmını diyorum çünkü her şeyi komplo teorileriyle açıklayanlardan değilim. Tam tersine, küresel devler her şeye hakim ve onların çıkarlarına uymayan hiçbir şeyi yapamazsınız görüşüne kesinlikle katılmıyorum. Murat Yetkin de Entrikalar Kitabı’nda benzer bir görüş öne sürüyor; Küresel güçler bu tür gaz verme durumlarını destekliyorlar çünkü özellikle gelişmekte olan ülkelerde her şeyin onların kontrolünde olduğunu düşündürmek işlerine geliyor. James Bond, Görevimiz Tehlike gibi film dizileri de aynı duyguyu destekliyor. Güçleri abartılıyor.
Çoğu gelişmekte ülke lideri de öyle zannedildiği gibi, birilerinin sadık adamı değil. Menderes ve Demirel dönemlerinde yapılan şaşaalı yatırımların arka planında ABD var diye düşünürken her ikisinin de Sovyetler Birliği ile ortak yatırımlar yapma planı neticesinde görevlerinden uzaklaştırıldığını görüp başka bir yere geliyorsunuz. Karışık işler bunlar. Ancak Murat Yetkin kitabın sonunda şöyle diyor; Evet komplolar var ama her şeyi onlarla açıklayamazsınız. Daha da önemlisi, bu tezgahları kurma şansını küresel güçlere veren, genelde yerel yöneticiler oluyor.
Yani siz akla, mantığa uygun, ekonomik fizibilitesi olan işler yaparsanız düşmanlarınızın oyun alanı oldukça daralıyor. Ortalığı boş bırakırsanız onlar sahne alıyor.
Ben de ülkemizdeki kamu yatırımlarını o çerçeveden değerlendiriyorum. Siyasiler ihtiyacın çok üzerinde büyük yatırımlar yaparak hem göz dolduruyor, oy topluyor, hem de bunun bir paylaşım ekonomisi var. Küresel güçler bunların bir kısmına destek vermiş, gaza getirmiş olabilir.
Olmayabilir de. Benim derdim, neden hemen her projeyi fizibilitesiz yaptığımızı tartışmak.
Bir başka yazımda ülkemizdeki otogar, stadyum, fuar ve kongre merkezi yatırımlarının çoğunun ekonomik veya sosyal bir karşılığı olmadığını belirtmiştim. Üstüne, İzmir, Dalaman gibi yeni havaalanlarının da çoğunun gereğinden büyük yapıldığı inancındayım. Bu bağlamda İstanbul’un yeni havalimanının da gereksiz büyük bir yatırım olduğunu düşünüyorum. İstanbul’un iç ve dış hatlar yolcu sayısına baktığımızda üçüncü bir havalimanı ihtiyacı vardı. Ancak, bence yapılması gereken yeni bir dev havalimanı değil, ekonomik havayollarının kullanacağı orta büyüklükte bir üçüncü havalimanı idi. Dünyanın bütün büyük metropollerinde yapılan da budur. (Yeni havalimanımız açıldığında Avrupa yakası müşterilerinden bir kısmının Sabiha Gökçen’e kayacağı tahminimi de bir kenara yazayım. )
Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nün de şimdilik bir fizibilitesi görünmüyor. Peki Kanal İstanbul?
Bunu anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Yapılan açıklamaları takip ediyor ve ortada hiçbir ekonomik rasyonel göremiyorum. Montrö Anlaşması'yla İstanbul Boğazı'ndan geçme hakkı olan gemileri buradan geçmeye nasıl zorlayacaksınız, nasıl teşvik edeceksiniz? Güvenlik diyorsanız iki sorum var; Birincisi mevcut boğaz geçişlerinde yılda kaç kaza oluyor ve bunun bize maddi manevi maliyeti ne? İkincisi, Kanal İstanbul’un etrafını da binalarla çevirecekseniz (ki esas motivasyon o görünüyor) güvenlik yine sorun olmayacak mı? Üzerine, çevreye verilecek muhtemel zararlar var ki aslında en başta onun tartışılması lazım.
İstanbul’a Formula-1 pisti yapılırken tartışılmıştı. Ben de bu pist Antalya’ya yapılsın diyen azınlık arasındaydım. Haklı çıktık ama ne gam. Pist İstanbul’a yapıldı, birileri para kazandı ve şimdi boş duruyor. Aynen olimpiyat stadı gibi. Yahu düşünebiliyor musunuz, olimpiyat almadan olimpiyat stadı yapmış bir milletiz. Kim verdi bunun hesabını? Kim ödedi bunların parasını?
Aynı şekilde Ataşehir’e yapılan finans merkezinin de boş kalacağı kesin gibi. Ha,Türk zekası orasını bir hastane-üniversite merkezine veya başka bir şeye çevirir mi onu bilemem ama bu haliyle bir fizibilite görünmüyor.
İşin özü şudur ki memlekette son yıllarda gerçek anlamda para kazanılan neredeyse tek alan gayrimenkul ve altyapı yatırımları oldu. Altmış ve yetmişlerde fabrika kuran, seksen ve doksanlarda dış pazarlara yönelenler güzel paralar kazandı ülkemizde. Medya ve teknoloji yatırımları da iki binlerin başına kadar kazandırdı ama şimdilerde tek yol iktidara yakın durup ve ülke için hiçbir fizibilitesi olmayan büyük yatırımlardan pay kapmaya çalışmak.
Geçen hafta açıklanan Yeni Ekonomi Programı’nda (YEP) bu tür gereksiz harcamaların azalacağı yönünde bir niyet görünüyor. Ya da ben öyle anladım. Bakalım bir şeyle değişecek mi?