Finansal krize doğru

Serbest Kürsü
Serbest Kürsü

Celalettin GÜLERYÜZ

Dün Merkez Bankası malumun ilanı ile faizi 4,25 puan indirdi. Piyasalarda son birkaç gündür siyasi baskı ile daha yüksek bir faiz indiriminin yapılıp yapılmayacağı tedirginliği vardı ancak Merkez Bankası zaten satın alınmış olan düzeye yakın bir faiz indirimi açıkladı.
Baz etkisi ve mevsimsel etkilerle düşüş trendine girmiş olan enflasyonu dikkate aldığımızda yapılan faiz indirimi sonrası halen 4-5 puan gibi reel getiri sağlayan bir seviyedeyiz. Halen reel faiz anlamında en yüksek getiri sağlayan ülkelerden bir tanesiyiz. Dünyadaki faiz oranları ve resesyon süreçleri düşünüldüğünde şüphesiz, Eylül ve/veya Aralık aylarındaki PPK toplantılarında faiz indiriminin devamı gelecek.

Faiz oranı, basit ifadeyle, enflasyon + risk şeklinde açıklanabilir. Bu çerçevede baktığımızda 2 bileşenden biri olan enflasyonun düşüş trendinde olduğunu, risk faktörünün ise siyasi gelişmelere bağlı olduğunu söyleyebiliriz.

Daha önceki yazılarımda belirttiğim üzere, Türkiye’nin kalkınma modeli yapısal olarak ithalata bağımlı. Dolayısıyla dışarıdan sağlanacak döviz girdisi önem taşımakta. Her ne kadar cari açığın düşüşte olması finansal açıdan olumlu bir durum gibi gösterilmek istense de aslında büyümedeki düşüş emaresi olarak dikkate alınmalı. Merkez Bankası “cari açıktaki iyileşme sürecek” diyor. Ne yazık, ya Merkez Bankası Türkiye’nin yapısal durumundan habersiz ya da bizlere ekonomik daralmayı iyi bir şey gibi göstermeye çalışıyor ki bu durumu “iyileşme” olarak nitelendirmiş.

Şimdi enteresan bir döneme giriyoruz. Faiz oranları düşüyor ama likidite de düşük. Yani faiz oranlarındaki düşüş likiditede ciddi bir artış olmadığı sürece beklenen etkiyi yaratmaz. Hatırlarsanız 2008 sonraki dönemde benzer bir dönem yaşanmıştı ama bu dönemdeki temel fark likidite.

Şimdi merak edilen konu döviz kurlarının faiz indirimi sonrası seyri.

Bildiğiniz üzere yurtiçi yerleşiklerin toplam mevduatı içinde döviz mevduatı oranı %52 seviyesinde.

Yani dünyanın en yüksek reel faizini verdiğimiz bu dönemlerde insanlar yine de döviz mevduat tutmakta kararlı tavır sergilediler. Yurt içi yerleşiklerin döviz mevduatı 19 Temmuz ile biten işlem haftasında 1.1 milyar dolar artarak 187 milyar dolara yükseldi.
Bir tarafta parası olmadığı için döviz alamayanlar, diğer yanda bugüne kıyasla daha yüksek maliyetle döviz mevduata sahip olanlar var.

Peki, faiz daha yüksekken bile TL mevduat tutmayanlar bugün faizdeki indirim sonrası TL’ye dönecekler mi?

Aslında çeşitli risk ve beklentilerle bugünkü seviyelerin daha üstünde maliyetlerle döviz mevduatı yapan birçok kişi TL’ye dönebilmek için uygun seviye kollar hale geldiler.

Ekonomik olarak baktığımızda, TL’nin değerlenmesi için bir sebep göremediğimiz gibi dövizde ani yükselişe sebep olabilecek bir sebep de şimdilik görünmüyor.

Öte yandan, hep bahsettiğimiz ve şu an biraz daha sakinleşmiş görünen siyasi ve jeopolitik riskler her zaman potansiyel bir tehdit olarak kenarda beklemekte.

Daha önemlisi, parasal politikalar ile örtülmeye çalışılsa da 2020 yılında resesyon ve sonrasında tüm dünyayı etkileyecek bir finansal kriz ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyorum.
Bu anlamda TCMB'nin faiz indiriminden daha önemlisi FED'in faiz indirimi!

2019 yılına üç faiz artırımı hedefi ile giren Fed'in 2019 sonuna kadar üç faiz indirimi gerçekleştireceği fiyatlanmaya başladı.

Çin, Japonya, G. Kore ve AB'de zayıflamış ekonomik verilerin yanı sıra ABD-Çin ticaret savaşları ve tekrar alevlenen Brexit süreci yine 2020 yılı için resesyon ve kriz ihtimallerini güçlendiren süreçler.

Bu anlamda, ABD verileri çok önemli çünkü global krizleri tetikleyen ya da yöneten FED oluyor, bu sebepledir ki FED'in faiz indirme kararı resesyon ihtimalleri açısından oldukça anlamlı.
Tarihsel sürece baktığımızda ABD'de resesyon süreçleri genellikle uzun süreli büyüme ve düşük işsizlik dönemleri sonrası gerçekleşmiştir, aynen şu anda olduğu gibi. ABD uzun süreli ve potansiyelinin üzerinde güçlü bir büyüme sürecini ve tarihi düşük işsizlik seviyelerini geride bırakıyor, bu da resesyona ilişkin altyapıyı güçlendirmekte.

Daha önceki yazılarımda belirtmiştim, türev piyasalarda yaratılan ve toplamda üretilen mal ve hizmetin değerinin onlarca katına kadar ulaşan sanal paranın yarattığı dengesiz yapı belirli aralıklarla dünya ekonomisinde krizleri de beraberinde getiriyor. Dünya global borç stoğu 240 trilyon dolara yani dünya hasılasının 3 katına ulaşmış durumda. Üstelik gelişmekte olan ekonomilerin borç stoğu içindeki payı son 10 senede %8’den %27 seviyesine ulaştı.
Ülkemiz özelinde baktığımızda ise dış borcumuz son 10 senede 265 milyar dolardan 453 milyar dolar seviyesine yükselmiş durumda.

Yani son krizden bu yana maalesef gerekli dersler alınmış ve finansal piyasalar yeterince terbiye edilmiş değil. Son krizden bu yana global borç stoğu tam 100 trilyon dolar arttı. Artan resesyon emarelerinin ilerleyen dönemde dünya çapında bir finansal krize dönme olasılığı dikkate değer derecede yüksek maalesef.

Üstelik halihazırda gelişmiş ülkelerde faizler neredeyse eksilere dönmüş durumda ve faiz hamleleri ile parasal genişleme bu sefer çok da kolay değil.

Son söz;

“Suyun değeri kuyu kuruduğunda anlaşılır”

Bol kazançlı günler dilerim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar