Finansal istikrar raporu
Dün Merkez Bankası 2016’ya ilişkin Finansal İstikrar Raporu’nun (FİR) ikincisini yayınladı. Her yıl mayıs ve kasım aylarında yayınlanan bu raporlarda ağırlıklı olarak finansal kesimin maruz kaldığı kredi, likidite, faiz ve kur riskleri ile kârlılık ve sermaye yeterliliği gelişimleri mercek altına alınırken Dünya ve Türkiye ekonomisi ile ilgili makro gelişmeler ve hane halkı ve reel sektörün durumu da irdelenmekte. Her FİR’de o döneme ilişkin özellik arz eden bazı gelişmeler de kah “kutu” içerisinde, kah raporun son bölümünde “özel raporlar” adı altında sunulmakta. Bu FİR’de de TL mevduat faizleri ile piyasa faizleri arasındaki ayrışma, MB faiz indirimlerinin kredi faizlerine yansıması, YP kredilerde TGA oranı, reel sektör döviz açık pozisyonu ve KÖİ kredileri gibi oldukça güncel konular işlenmiş.
Kaç zamandır TL mevduat faizlerinde aşağı yönlü bir yapışkanlık olduğu gözlemlenmekte. Bu seneyi ele alırsak, MB’nin mart ayında başladığı faiz indirim döngüsünden önce TL (3 aylık) mevduat faizleri yüzde 11.8 civarındaydı. Eylül sonunda ise mevduat faizleri sadece 10.9’a gerilemişti. Halbuki aynı dönemde MB marjinal fonlama (borç verme) faizlerinde yüzde 10.75’ten 8.25’e 2.50 puanlık bir indirim gerçekleştirmişti. (Ancak bu indirim yapılırken ortalama fonlama maliyeti aynı oranda düşmedi. Düşüş sadece yüzde 8.90’dan yüzde 7.80’e 1.10 puan oldu. Bu durumun mevduat faizlerindeki düşüşün beklenenden az kalmasında etkisi var.) MB çalışmasında TL mevduat yarışında bankaların spesifik Kredi-Mevduat Oranlarının (KMO) da önemli bir etken olduğunu ortaya koymakta. Özellikle KMO değeri yüzde 110 seviyesinin üzerinde seyreden bankalarda bu oranın mevduat fiyatlamalarına daha da güçlü etki ettiğine işaret etmekte. Kısacası, kredilerini yurtdışı kaynaklardan daha çok finanse eden bankalar bunun likidite açısından riskli bir durum arz ettiğini anlayarak daha fazla yerli kaynağa (mevduat) yönelme arzusu ile mevduat toplama yarışına girmekteler. Öte yandan, son 1 seneden beri, bankacılığın ortalama KMO’sunun sabit kaldığı dikkate alındığında, bundan sonra kredi (ve de milli gelir) büyümesi için yerli mevduata, dolayısıyla da yerli tasarrufların artışına ihtiyaç olduğu da görülmekte. Raporda ele alınan diğer bir ilişkili konu da MB’nin marjinal fonlama faizindeki gerilemenin banka ticari kredi faizlerine etkisi. MB faiz düşüşü yansımalarının firma ölçeği bazında farklılaştığı ve faiz düşüşünden az sayıda büyük ölçekli firmanın daha çok yararlandığı saptamasında bulunmuş. Yani, KOBİ kredilerine faiz indirimlerinin etkisi daha az yansımakta. MB’ye göre bu gelişme, bankaların kredi riski gelişmelerini dikkate aldıklarını ve KOBİ’lere kullandırdıkları kredilerde daha ihtiyatlı davrandıklarını göstermekte.
Trump sonrasında döviz kurunda meydana gelen sıçrama ile birlikte ister istemez bankaların döviz kredilerinin durumu da sorgulanır hale geldi. MB’ye göre “YP kredilerin tahsili gecikmiş alacaklar (TGA) oranının tarihsel gelişimi, döviz kurunun zaman zaman yüksek oynaklık sergilediği ve TL’de hızlı ve kalıcı değer kayıplarının yaşandığı 2008 yılı sonrası dönemde YP kredilerin güçlü bir performans sergilediğini ortaya koymaktadır. Türkiye’de döviz kredisine dair getirilen kısıtlamaların YP borcun oldukça büyük ölçekli ya da ihracatçı firmalarda toplanmasına neden olmasının, YP kredilerdeki geri ödeme riskinin düşük seyretmesinde etkili olduğu düşünülmektedir.” Açıkçası MB’nin bu çıkarımını biraz fazla iyimser buluyorum. Bir defa, verilerin gecikmeli elde edilmesi nedeniyle incelenen dönem Haziran 2016’da son buluyor. Halbuki, en fazla kur sıçraması bu tarihten sonra meydana geldi. (Haziranda sepet kur 3.05 idi, bugün itibariyle 3.53’ün üzerinde.) İkinci olarak, çalışmada verilen grafikte YP TGA oranında o kadar olmasa bile, YP krediler yakın izleme oranında 2015’in 2. çeyreğinde hızlı bir yükseliş dikkati çekiyor. Bu yükselişin bugünlerde devam ediyor olması ve TGA oranlarını da yükseltmesi kuvvetle muhtemel.
FİR’deki son ilgi çekici özel bölüm ise kamu-özel sektör işbirliği (KÖİ) projelerinin miktarı ile ilgili olan. Bu projeler önemli ölçüde yerli bankalar tarafından YP kredilerle finanse edilmekte. Bu durum da, TL’nin hızlı değer kaybettiği bugünkü gibi zamanlarda önemli bir risk unsuru oluşturmakta. KÖİ’ler elektrik üretim- dağıtım, otoyol/köprü, havaalanı ve şehir hastaneleri projelerinde yoğunlaşmış vaziyette. MB hesaplamalarına göre bu projelerin YP kredi borcu halihazırda 46 milyar dolar kadar. Bu rakamın da yaklaşık 31 milyar ABD doları kamu hizmet/ürün satın alma, kiralama veya dolaylı garanti yöntemleriyle kur ve talep risklerine karşı korumaya sahip. Kısacası, MB “korkmayın bu kredilerin batma riski düşük çünkü kamunun alım garantisi var” demeye getiriyor. İyi güzel de, bazıları fahiş maliyetlere mal olan, bazılarının ise fizibilitesi zayıf olan bu projelerin devlete getireceği mali yükü yok mu farz edeceğiz?