Finans piyasalarına “fair play” ayarı neden şart?
Futbol severlerin gayet iyi bildiği; Fair play ya da dürüst oyun, kurallara uymanın ötesinde etik değerleri kapsayan bir davranış kalıbını, manasında barındırır. Örneğin bazı şeyler kurallara uygundur ancak toplumsal ya da kişisel etiğe aykırıdır.
İşte o bazı şeyleri yapmak, fair play e uygun olmaz, aynen son 15 yılda bilançosunu sonsuza kadar genişletip, şimdi onu daraltmaya çalışan ABD merkez bankası Fed’in dünyaya genelde her on senede bir ödettiği bedel gibi…
Kurallara aykırı mı? Elbette hayır, bilakis kuralın ta kendisi hatta kural koyucusu o. Peki etik mi? İşte orası becerelim artık şu yaratıcı yıkımı dedirtecek kadar akıllara zarar. ( yaratıcı yıkım, çoğu yorumcuya benden bulaşacak kadar takıldığım Nietzsche’nin şu meşhur teorisi..) Peki Fed’in dünyanın geri kalanına ödettiği bedel nedir?
Bu sorunun cevabına yönelik kalın bir kitap yazılabilir ancak finansın doğası gereği en güncelinden gidecek olursam; Son altı ayda yüzde 20, 2020 başından bu yana da yüzde 50’den fazla düşen tahvil fiyatlarındaki durum dotcom balonundan sonraki en büyük çöküşü gösterirken; şimdiki durumu 2007’de küresel finans krizi öncesine benzetenlerin sayısı giderek artıyor.
(fiyat-faiz ters orantılı) Kötümserlik artışında elbette bankaların aktiflerinde yer alan kamu ve gayrimenkul senetlerinin önemli ölçüde değer kaybetmesi, 33 trilyonu aşan borçlanmanın maliyetindeki artış ve en çok da risk iştahındaki düşüşle hisse piyasası ve emtialar üzerinde yaratacağı baskı var.
Dolayısıyla tüm bu riskli varlıklardan ABD para piyasası fonlarına rekor düzeyde bir geçişin olması bekleniyor. Ülkemiz açısından önemi ise ayrı bir vakayı oluşturmaktadır: Yeni ekonomi kabinesiyle beraber yabancı yatırımcıyı ülkeye çekmeye yönelik yoğun bir mesai yürütülmektedir.
Ülkemizin ekonomik görünümüne ilişkin görüşler tam olumluya evrildiği ve yabancı ilgisinin oluştuğunun söylendiği bir zamanda küresel finans piyasalarında oluşan bu olumsuz hava hem kredi risk primimizi etkilemekte hem de yabancı portföy yatırımlarının geliş hızını düşürmektedir.
Sürdürülemez ve devam ettiği takdirde yeni bir küresel krize götüreceği çok aşikar olan bu normalleşme hızının 2024 Kasım’daki ABD genel seçimleri öncesinde bir miktar momentum kaybedeceğini düşünenlerdenim.
Normalleşme demişken aslında anormal olanının küresel kriz sonrası düşük faizli genişlemeci dönem olduğunu, öncesinde 10 yıllık ABD tahvil getirisinin 4,8 seviyesinde yıllarca normal kabul edildiğini kastediyorum. Ancak anormalin normale dönmesinin de bizim TCMB’nin yaptığı gibi kademeli olmasında her zaman fayda vardır. Aksi halde ortalık şimdi olduğu gibi savaş alanına dönebilir.
Yani Fed’in “fair play” tavrına dönüşü kesinlikle 2024 ABD genel seçimleri nedeniyle oluşacaktır, bir anlamda. İçerideki finans ortamında ise son birkaç yıldır Borsa İstanbul’un hem yüksek enflasyon hem de alternatifsizlik nedeniyle rekorlar kırıp, yıldızının parladığını biliyoruz. Şimdilerde yavaş yavaş TL mevduatın getirisi ile alternatifi yaratılmaya çalışılsa da bu defa da yabancının geleceği algısı borsamızı uzun bir müddet, çalkantılı olsa da suyun üstünde tutacaktır. 8 milyona yakın yatırımcı var.
Diğer taraftan bir de bu kesime at yarışı tadında tüyolar veren çok sayıda “uzman” türedi ki bunların bazılarının takipçi sayısı sosyal medyada yüz binleri buluyor. Ancak çoğunun borsayla ilgisi değil uzmanlık birkaç seferlik hobiden ibaret… Dolayısıyla SPK Başkanı Gönül’ün küçük yatırımcıyı korumaya yönelik sosyal medya uyarısını fair play‘e bir çağrı olarak gördüğümü de belirtmem gerek.
Ancak BTK çerçevesinde tartışmalar şimdiden başladı ki uygulama başarılı olsun ya da olmasın sosyal medya açısından özdenetimi elden bırakmamakta fayda var.
“Bilgiye yapılan yatırım en yüksek kârı getirir.” Benjamin Franklin