Fed’in normalleşmesi ve TCMB
Mart ayının haber akışı tam da Şubat ayının ortasından bu yana beklediğimiz şekilde yoğun-akıcı eksende gerçekleşiyor. Avrupa’nın seçim yılında başlangıç noktası Hollanda. Konu, hafta sonu akışı ile birlikte artık bizim de gündemimizde. Ama bu yazının konusu o değil. Para ve sermaye piyasaları açısından haftanın en önemli gündemi Amerikan Merkez Bankası (Fed) eksenli gelişmeler ve içeride Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) duruşu olacak. Gelin biraz daha yakından bakmaya çalışalım.
Malumunuz olduğu üzere Fed, Mayıs 2013 itibarıyla para politikası uygulamalarında “normalleşme” başlığı altında bir takım adımlar atmakta. Aralık 2015 döneminde krizden bu yana ilk kez federal fonlama oranında 25 baz puanlık artışa gidildiğinde başta gelişmekte olan ülke varlıkları olmak üzere “koşullara hazırlıksız yakalanan” kesimde ciddi değer kayıpları gözlenmişti. Atılan ilk adımın öncesindeki rüzgarın şiddeti ise azalmakla birlikte zaman zaman devam etmekte.
2015 yılında alınan aksiyonun ardından Fed için küresel riskler bir adım öne çıktı. Çin’in ekonomik açıdan yavaşlama emareleri göstermeye başlaması ve bunu rakamların da teyit etmesi, yuanın değer kaybettirilerek sistemin mevcudiyetini koruma çabası, bu çabanın altında kalmama mücadelesi veren gelişmekte olan ülke para birimleri, hızlı ve volatil gerileyen emtia fiyatları, Brexit oylaması ve ABD Başkanlık seçimi derken normalleşme politikasının yıl dönümü olan Aralık 2016’da bir kez daha harekete geçildiğini gördük.
2017 başlangıcında elimizdeki verilere baktığımızda karşımıza yıla dair medyanda üç kez faiz artırımı bekleyen FOMC üyeleri ve küresel çapta kıpırdanma emareleri gösteren enflasyon başlıkları çıkıyor. Fed’in kendi projeksiyonlarına göre –Aralık 2016 toplantısı açıklaması- 2017’de büyümenin %2.1, işsizliğin %4.5, çekirdek PCE’nin (bir nevi çekirdek enflasyonun ötesi olarak açıklamak mümkün) %1.8 ve federal fonlama oranının %1.375 olması bekleniyor. Esasen Aralık 2015 açıklamasına göre -yani 1 yıl öncesine- sıraladığım kalemlerin tamamında aşağı yönlü revizyon var. Peki, 23 Şubat tarihinden bu yana piyasa fiyatlamalarında endişenin ön plana çıkmasına, tahvil faizlerinin yükselmesine ve ABD dolarının değerlenmesine neden olan nedir?
Trump’ın ABD Başkanı seçilmesi ile birlikte kampanya döneminde vaatleri arasında yer alan kamu/altyapı harcamaları artışı ve vergi indirimlerinin büyüme üzerinde yukarı yönde hareketliliğe neden olması ve bunun da enflasyondaki seyri hızlandırması bekleniyor. Ancak söz konusu adımlardan vergi kısmının 2017’de gerçekleşmesi en iyi ihtimalle yılın ikinci yarısına kalacak gibi görünüyor. 2018 yılında yürürlüğe girmesi ise şaşırtıcı olmaz. Yani, mali cepheden beklenen katkı gecikecek gibi duruyor. Bu nedenle de Aralık ayında atılan adımın ardından 3 ay gibi kısa bir süre içerisinde yeniden normalleşme yönünde hareket edilmesinin piyasa işlemlerinde “panik havası” yaratmasından kuşkulanıyorum. ABD ekonomisinin büyüme kaleminde çok ciddi bir problem yaşadığını düşünen kesim arasında değilim. Kriz sonrası her ne kadar momentum kaybı/yavaşlama gösterse de genişleme devam ediyor. Hem de küresel talebin 2015 yılında çok ciddi azaldığı bir dönemde dahi.
Mart ayında atılacak adımın sembolik değeri de olduğu kanaatindeyim. Şayet bu duruşu sergiliyorsanız Haziran, Eylül, Aralık gibi önemli toplantıların tamamı da artık beklenti açısından potaya girmiş durumdadır. Bu kadar hızlı bir sıkılaşma döngüsünün ekonomiyi yavaşlatma riski hiç mi yoktur? Ya da fonlamanın ucuz ve bol olduğu dönemde borçlanma gerçekleştiren gelişmekte olan ülke ekonomileri üzerinden yeni bir problemli alan yaratma ihtimali? Bu konular çekincelerimin ilk sıralarında yer alıyorlar.
Düşüncelerimiz ile piyasa fiyatlamalarının dayandığı gerçekleri ayırt etmek önemli. Bu nedenle de %90’ın üzerinde oluşum gösteren adım atma ihtimalini göz ardı etmemek gerek. Beklenti, işlemciler arasında çoğunlukla fiyatlanmış durumda. Bunu ABD getiri eğrisinin son birkaç hafta içerisindeki değişimine bakarak da anlamak mümkün. Bu noktada Fed’in doğru iletişimi tercih etmesi, federal fonlama oranının 2017 için değişim göstermemesi ve benzer yönlendirmeler önemli. Şunu atlamamak gerek; mevcut fiyatlama sıkılaşmanın olacağı ve 2017’de 3 kez artırım yönlü adım atılacağı şeklinde. Tersi mevcut değil.
Fed cephesinden içeriye gelmekte fayda var. TCMB tarafından Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı Perşembe günü gerçekleştirilecek. Şubat ayı enflasyon verisinin ardından TCMB’nin uygulamakta olduğu para politikasında sıkılaşmanın boyutunu artırdığını görüyoruz. Ağırlıklı ortalama fonlama maliyeti %10.80 seviyesine dek geldi. Sistem fonlamasının tamamı Geç Likidite Penceresi (GLP) üzerinden yapılsa –ki mevcutta çok zor bir tercih- maliyetin ulaşacağı seviye %11. Çift haneli enflasyonun beklentileri bozma ihtimali ve en erken yılın ilk yarısına dek sürebileceğini düşündüğümüzde GLP üzerinden faiz ayarlaması yapılmasını beklemek mümkün. Piyasa konsensüsü 100 baz puan şeklinde. Teknik açıdan faiz koridorunun üst bandında da ayarlama yapıldığını görebiliriz. Bizim fikrimiz bu noktada 50 baz puanlık adımla %9.75’e çekilebileceği şeklinde.
Toparlayacak olursak; Ocak ayı ile birlikte TCMB’nin içeride uygulamaya koyduğu adımlar sıra dışı olmasına rağmen etkisiz olarak nitelendirilemez. Kur işlemlerinde oynaklık düşerken, TL kısmen değer kazanımı gösterdi. Söz konusu durumda Ocak ve Şubat aylarında gelişmekte olan ülke piyasalarına giriş yapan 20 milyar dolar düzeyindeki portföyün de etkisi var. TCMB algı değişimine katkıda bulundu. Ancak Fed’in nasıl bir iletişim yöntemi tercih edeceği, Nisan ayında gerçekleştirilecek referandum ve Fransa seçimleri gibi önemli başlıklar TL için dikkate alınması gereken risk unsurları. Emsallerimizden ayrışmamak için içeride beklenti yönetimini doğru yapmamız lazım.