Fed’in faiz artışları bizi çok endişelendirmesin

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

15 Temmuz’u korkunç ama aynı zamanda içimizdeki irinin temizlenmesine vesile olan bir olay, bir milat olarak görmüştük. Ancak sonrasında artık Türkiye’nin süratle normalize olması gerekiyor(du). Fakat, maalesef, o günden beri hem dış, hem iç siyasi gelişmeler, bu normalizasyon sürecini geciktirdiği gibi, ekonomik riskleri de artırıyor. Nitekim, gerek TL’nin kendisi, gerekse de Türk varlıkları diğer gelişen piyasalardan ciddi biçimde ayrışmış durumda. Örneğin 15 Temmuz’dan beri MSCI Gelişen Piyasalar Hisse Endeksi yüzde 5 artış gösterirken, BİST dolar bazında yüzde 12’ye yakın geriledi. Aynı dönemde TL sepet bazında yüzde 6 civarında değer kaybederken, en az tepki gösteren ise yüzde 9’dan 10’lara seyreden 10 yıllık bono faizleri oldu. Bu gelişmeler karşısında, bazı yorumcular Türk varlıklarının ucuz kalmış olduğundan bahsediyorlar. Kağıt üzerinde öyle olduğu muhakkak. Ancak, henüz belirsizliğini sürdüren ve çözüme kavuşması gereken o kadar mesele var ki...

Hoş, bu meselelerden biri var ki, bence aslında bir anti-mesele, o da Fed’in faiz artırım takvimi. Nitekim, Fed Başkanı Yellen geçen haftaki konuşmasında ağır resesyonlardan sonra görülen uzun süreli durgunluklardan (histerezis) çıkabilmek için bir süre ekonomiyi yüksek basınçta, işgücü piyasasını ise tam istihdamda götürmenin yararlı olabileceğinden bahsetmişti. Bu açıklama Yellen’ın faiz artırımlarını son derece dikkatli ve yavaş bir şekilde gerçekleştireceği anlamına geliyor.

Konuşma içerisinde bahsettiği bazı teorik konular da aslında bu yaklaşımını teyit eder nitelikteydi. Örneğin, ekonomide toplam talepteki değişimlerin toplam arza etki edip etmediği konusu. Burada kastedilen, uzun süren resesyonlar sonrasında bazı çalışan kesimlerin işgücü havuzundan daimi bir şekilde uzaklaşması sonucu toplam talepte meydana gelen yapısal azalmanın toplam arzı da daimi olarak düşürmesi. Nitekim, ABD’de resmi işsizlik oranı neredeyse rekor seviyelere gerilemiş olmasına rağmen, işgücüne katılım oranı 90’lı yıllardaki seviyesinin hâlâ çok altında.

Bazı yorumcular ise Başkan Yardımcısı Fischer ve bazı guvernörlerin daha ‘şahin’ bir tutum izlediklerini ve bu durumun önümüzdeki dönemde Fed içerisinde görüş ayrılıkları doğurabileceğinden bahsetmekteler. Ancak, Fischer bu haftaki bir demecinde “doğal işsizlik oranının bir miktar daha altına düşülmesinde bir sakınca görmediğini” ifade etmiş bulunuyor. Fischer için daha önemli olan ise enfl asyon oranında hedef yüzde 2’nin üzerine sıçramamak. Ancak, her ne kadar TÜFE (CPI) eylülde (beklentiler paralelinde) 0.3 puan artarak yüzde 1.5’e çıkmışsa da, şahsen ABD’de enflasyonist baskının çok güçlü olduğunu düşünmüyorum. Nitekim gıda ve enerjiyi dışlayan çekirdek TÜFE’de Eylülde yüzde 2.3’ten yüzde 2.2’ye bir gerileme söz konusu. Doların güçlü kalmaya devam etmesi ve petrol fiyatlarında çok büyük bir sıçrama olmaması durumunda CPI yüzde 2’yi kolay kolay geçmeyecektir.

Ayrıca, Yellen’in faizleri artırma konusunda süper ihtiyatlı gitme kararının arkasında, ABD’de her verinin çok da iyi geliyor olmamasının da etkisi var. Örneğin genel olarak istihdam verileri iyi gelmeye devam ederken, işgücü verimliliğinde son 2 senedir belirgin bir durgunluk ve son 3 çeyrektir de arka arkaya azalma söz konusu. Kısacası, ABD’de istihdam artıyor ama işgücü başına katma değer artmıyor. Belki endişelenmek için erken ama ABD ekonomisinde en son böyle bir durum 2008 krizi öncesinde yaşanmıştı.

Sonuç olarak, aralık ayında Fed’den bir artırım geleceği kesin, ancak bir sonraki artış için epey beklemek gerekebilir. Bu da, şüphesiz ki bizim gibi küresel likidite ve artan döviz maliyetlerine son derece duyarlı ekonomiler için pozitif bir gelişme olarak görülmeli.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019