Fed değil Çin
Yunan seçimlerinden önceki dış baskı ve seçmenleri etkileme çalışmaları, demokrasi ile bağdaşmayan, eşi benzeri görülmemiş bir olaydır. Yunanlıların, "Doğru şekilde oy vermezseniz sonuçlarına katlanırsınız" şeklinde tehdit edilmesi, Avrupa tarihi açısından bir ayıptır. Gelinen nokta maalesef budur.
Seçim sonuçları önemli değil. Yunanistan'ın bütçe hedeflerini tutturma şansı yok. AB kısa dönemde bazı esneklikler sağlayabilir. Kurtarma paketi için yeniden pazarlık masasına oturulabilir. Tabii önemli olan hangi şartlar altında pazarlık edileceğidir.
Seçimi kazanan Yeni Demoktasi Partisi, mevcut anlaşmaya alternatif şartlar sunmakta zorlanıyor. Seçim öncesinde Almanlar bunu gördü. Partinin pazarlık gücü zayıf gözüküyor. Eğer hükümeti kurabilirse, kemer sıkma poltikasında bir değişiklik olmaz. Yunan ekonomisi parçalanmaya devam eder. İyi iş yapan, karlı Yunan şirketlerinin, kendi bankalarından aldığı akreditif mektupları, dışarıda kabul görmüyor. Bu firmalar, mevduatlarını Alman bankalarına götürüp onların üzerinden iş yapmaya çalışıyor. Şirketler Yunanistan'da kayıtlı olduğu icin, Almanlar hiçbir şekilde garanti vermiyor.
Yunanistan'ın bir kez daha iflas edip, bölgeden çıkmasını bekliyorum.
Almanya, zor politikaları devam ettirip, Yunanistan'ın kendi isteği ile çıkmasını istiyor olabilir. Ya pes edip klasik Alman ekonomik modeline biat edecek, ya da gönüllü olarak ayrılacak. Aslında Yunanistan'da her ne olursa olsun, AB açısından belirleyici ülke İspanya olur. Ekonomisinin büyüklüğü, bankacılık sektöründeki kara delik sebebiyle, İspanya kritik öneme sahip.
Yunanistan seçiminden sonra küresel piyasalarda yaşanan ralli, kısa sürede etkisini kaybetti.
İspanya bankacılık sektörü için açıklanan paketten sonra da aynısı yaşanmıştı. Yeni likidite programları beklentisi, fiyatları şimdilik tutuyor. Avrupa, Japonya, İngiltere merkez bankaları bazı mesajlar verdi. En önemli oyuncu olan Fed, bugün bir tahvil alım programı sinyali vermeyebilir.
Piyasanın beklediği gibi, 'operasyon twist' adlı programı uzatabilir.
Tahvil alım programlarının etkisini düşünürken, Amerika'daki kredi büyümesinin gidişatını gösteren bir grafik gözüme çarptı. 2004-2007 dönemindeki gibi olmasa da, son dönemde bir yükseliş trendi yaşanıyor. Fed bu veriye önem veriyor. 2010'un ikinci yarısında krediler dip yaptığında, Fed bilanço genişlemesinin gerekli olduğunu düşünerek ikinci tahvil alım programını açıklamıştı. Avrupa'daki krize rağmen, bugün ABD'deki likidite koşullarının 2010'dan daha iyi olduğunu belirteyim.
Son üç yıldır artan likidite, emtia fiyatlarını genel olarak olumlu etkiledi. Fakat özellikle tahvil alım programları açıklandıktan sonra hızla yükselen fiyatlar, programların bitişine doğru gevşemeye başlıyor. Uzun dönemde emtia fiyatlarındaki belirleyici faktör, merkez bankalarının politikalarından ziyade, gelişmekte olan ülkelerin emtia talebi oluyor. Burada aslan payı Çin'in.
Çin şirketlerinin yurt içi ve yurt dışı satışları ile emtia endeksleri arasında istikrarlı korelasyonlar var. Çin ekonomisi sert bir iniş yaparsa, merkez bankalarının likidite önlemlerinin etkisi sınırlı kalabilir.
Belirsizlik artmış olsa da, ben hala yumuşak iniş tarafındayım. Büyüme rakamını yüzde 7'nin altında bekleyen Çinli ekonomistler var. 2009'un ilk çeyreğinde Çin ekonomisi yüzde 6.6 büyümüştü. Biz yüzde 14 daralmıştık. Yani krizin en sert dönemiydi. Çin'in bu sene yüzde 7'nin altında büyümesi, emtia fiyatları açısından pek hayırlı olmaz.