Fasonculuktan yenilik çıkmaz!
Dün gazetemizin manşetine çekilmiş “ 2 milyar dolarlık müdahale” haberini okuyunca Ankara büromuzun ve DÜNYA’nın “rakamların ardındaki gerçeği okuma ve nakış gibi işleme ustası” Naki Bakır arkadaşıma sordum: Neler oluyor? Sormamın sebebi şuydu:
Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı 2 milyar doları piyasaya sürmeden önce bir açıklama yapmıştı. Demişti ki: Sermaye akımları yavaşladı. (Tercümesi: sıcak paranın eski tadı yok!) İçeride kredilerin artış hızı referans değerin üzerine çıktı. (Tercümesi: Toplam kredi hacmi yıllık artış hızının fren balatası olan yüzde 15 sınırı aşındı.) Likidite aşırı bol, kısacağım. Gerekirse faiz hadlerini de yükselteceğim.
Başçı’nın özellikle kredi artış hızı ile likidite genişlemesi arasındaki ilişki vurgusu dikkatimi çekmişti. Kredi hacmi ne olmuştu da Merkez’i tedbir almaya itecek ölçüde artmıştı? Sanayi yatırımları mı patlamıştı? Ekonominin üretim cephesine yeni girişimci orduları mı katılıyordu?
Hayır, böyle bir şey yoktu. Sendikasyon yöntemiyle yurt dışında borçlanan bankalar bu kaynakların bir kısmıyla borç çeviriyor, kalanı büyük ölçüde iç tüketime pompalıyordu. Öyle ki kredi pazarlaması cep telefonlarına yollanan “T.C. kimlik numaranı gönder, gel kredini al!” mesajlarıyla yapılır hâle gelmişti. Üretim cephesi mi? KOBİ araştırmaları sanayi firmalarının fasonculukta çakılıp kaldığını, yaşam savaşı verdiğini ve yeterince desteklenmediğini gösteriyor!
Sistem bu ise…
Kral kimdir? Sanayi, yatırım, Ar-Ge, buluş, yenilik gibi ekonomide gerçek ve nitelikli atılımları tetikleyecek faaliyetler mi, yoksa Merkez Bankası’nın “ip cambazlığı” hüneri ve tüm tekno- entelektüel gücüyle dengelemeye, ayakta tutmaya çalıştığı, “tetiği” dışarıda “kabzası” ülkede “borsa-faiz-döviz” döngüsü mü? Elbette ikincisi.
Bu kısır döngü üzerinde inşa edilen ekonomik yapı, geleneksel üretim kodlarıyla çalışıyor; düşük teknoloji-harcı âlem ürün ekseninde yılda taş çatlasa 150 milyar dolar ihracata alkış tutarak kendini ve ülkeyi avutuyor.
Cumhuriyet’in 100. yılına, mevcut yapıyı dikkate almadan, 500 milyar dolar ihracat hedefi koyanlar bile artık çark etmeye, utangaç itiraflarda bulunmaya başladılar: Bu yapı ile 500 milyar dolar hayal! Aynı hayal Ar-Ge, yenilik, yüksek katma değerli üretim konularında da kuruluyor. Şüphesiz hayali bile olumlu.
Ancak, onca teşvike, kredi programına, kamu kaynak tahsisine, teknoparklara, teknoloji bölgelerine rağmen, bu alanda heyecanlanacak, övünülecek “yenilikçilik” kavramına hayat veren, işe yarayan bir “çıktı” henüz ortada yok. Çünkü Ar-Ge’ye ilgisiz sanayici tipolojisi, yatırıma ve ürüne dönüşmeyen Ar-Ge teşviklerinden ileri teknoloji ve yenilik çıkmıyor.
Endeks geride
Nitekim Avrupa İşletme Yönetimi Enstitüsü (İNSEAD) ile Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) nun ortak çalışması olan “Küresel Yenilik ve Yenilikçilik Endeksi”nde (2012) Türkiye 142 ülke arasında 68. sırada. (CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak’ın basın açıklaması, 7.7.2013.)
Bu sıra, ülke ekonomisinin Ar-Ge, buluş, teknoloji, yenilik yaratma kapasitesinin durumunu uluslararası düzeyde teyit ediyor. Türkiye, çoğu ekonomik ve sosyal göstergede olduğu gibi, genelde vasat, ekonomide alt-orta sınıfı geçemeyen bir ülke konumunu sürdürüyor.
Endeks anlamlı; çünkü ülkeler teknoloji geliştirme, araştırma, tasarım, Ar-Ge destekleri, bilişim, elektronik, uzay ve havacılık, sağlık teknolojileri, finansman teknikleri gibi 84 ölçütle değerlendiriliyor. Devletlerin yenilikçiliğe tüm boyutlarda ayırdıkları fonlar, destek ve teşvikler, akademik araştırmalar dikkate alınıyor.
Durum şudur: İlk 5 ülke İsviçre, İsveç, İngiltere, Hollanda, ABD. İkinci 5 ülke Finlandiya, Hong Kong, Singapur, Danimarka ve İrlanda. Son 5 ülke Sudan, Cezayir; Suriye, Yemen, Özbekistan. Türkiye mi? Bu ülkelerin üstünde, ortanın altında! Türkiye nasıl olacak da şunun şurasında 10 yıl kalmış 2023 yılında dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girecek? Yoksa 17. büyüklük de mi sanal?