Farklılıklarımızla zenginleşelim mi?
Yerel seçimler oldukça gergin bir ortamda geçti. Ağustos ayında yeni bir seçime gidiyoruz. Cumhurbaşkanımızı seçeceğiz. Gelecek yıl da genel seçimler var. Gerginliğin sürmesi, hele hele giderek artması hepimizi endişelendiriyor.
Bu gerginlik ortamından çıkılması, hatta seçimlerin bir şölen havasında geçmesi herkesin dileği. Aslında her seçim farklılıkların birbirleriyle rekabet etmesi. Başka bir ifadeyle yarışması. Yarışın amacı ortak: Toplumun refah seviyesini, mutluluğunu artırmak.
Dolayısıyla yarışın farklılıkların ön plana çıkarılıp gerginliğin artırıldığı bir ayrışma ortamında değil; farklılıkların bir zenginlik yarattığı işbirliği ortamında sürdürülmesi tercih edilmeli. Oyun teorisinin terminolojisi ile, rekabet toplamı sıfır, hatta negatif olan bir oyun olmamalı; tersine toplamı pozitif olan bir oyun olarak sürdürülmeli.
Bilgi toplumunun küresel ekonomisinde giderek önem kazanan “işbirliği içinde rekabet” kavramı sadece ekonomik arenadaki işletmeler için değil; politik arenada siyasi partiler için de geçerli olmalı. Bilgi toplumunda farklılıklar bir zenginlik kaynağı olarak kabul edilmektedir. Yeter ki, farklılıklar uyum içinde birbirlerini tamamlasınlar.
Taraflar, bunun için gerekli ortamın sağlanmasına katkı yapsınlar. Farklılıkların neden olabileceği negatif sinerjileri değil, sağlayabilecekleri pozitif sinerjileri ön plana çıkarmaya çalışsınlar. Bilgi toplumu bunun için gereken kültür ortamını sağlayacaktır muhakkak. Bu ortama bazı toplumlar daha hızlı, bazıları daha geç geçecekler.
Bazıları barış içinde geçerken, bazıları bedeller ödemek zorunda kalacak. Fakat dünün kavga yaratan ortamından yarının barış yaratan ortamına geçilebileceğinin bilincinde olmak; bunun için gereken şartları sağlamaya çalışmak her toplumun kendi işi olacak. Bu konuda 1994 yılında yaşanan bir olay, alınması gereken derslerle doludur.
O yıl Nobel Barış Ödülü, Oslo Barış Görüşmeleri’nde sağladıkları başarı nedeniyle, Yaser Arafat ile Isaac Robin’e verilmişti. Yani, Filistin Kurtuluş Ordusu Komutanı ile İsrail Devlet Başkanı’na. Birbirlerine düşman olan iki toplumun liderlerinin, Oslo Antlaşması’yla barışa giden yolu açtıkları kabul edilmişti. Sonuç maalesef başarılı olamadı. Fakat iki liderin aynı yıl, onur konukları olarak katıldıkları bir toplantıda, sahneye çıkarak birlikte seslendirdikleri aşağıdaki müşterek dilekleri, tüm insanlığın kulağına küpe olacak değerdedir: “Biz babalarımızın ve dedelerimizin tarihini değiştiremeyiz. Ama çocuklarımız ve torunlarımız için yeni bir tarih yazabiliriz.”
Maalesef iki toplum arasındaki düşmanlık bir barışla sonuçlandırılamadı. Düşmanlık, savaş hâlâ devam ediyor. Fakat iki lider söylemleriyle tüm insanlara çok önemli bir mesaj verdi: Bizler bugünü yaşarken, yaptıklarımızla ve davranışlarımızla, söylediklerimizle ve tavırlarımızla, kısaca tüm icraatlarımızla, çocuklarımızın ve torunlarımızın tarihini yazıyoruz.
Çocuklarımızın ve torunlarımızın nasıl yaşayacaklarını, mutluluklarını ve bedbahtlıklarını, bugün bizim yazmakta olduğumuz geleceğin tarihi belirleyecektir. Dolayısıyla bunun farkında olmamız ve bunun sorumluluğunu taşımamız gerekir.
Bilgi toplumunun bu değerleri, yine bir politikacının 1974-1982 yılları arasında Batı Almanya Şansölyesi olarak görev yapan sosyal demokrat Helmut Schmidt tarafından dile getirilmiştir. Helmut Schmidt, 2011 yılı Aralık ayında, Sosyal Demokrat Parti’nin Genel Kurulu’nda, onur konuğu olarak yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “Yaşlı bir adam olarak bugün üç temel değere bağlıyım: özgürlük, adalet ve dayanışma.” Ve hemen arkasından ilave ediyordu: “Adalet eşitliği de sağlamalıdır.” Ama eşitliğin mutlak eşitlik mi, fırsat eşitliği mi, yoksa ikisi arasında bir yerlerde bulunması gereken adil eşitlik mi olduğuna ilişkin bir değerlendirme yapmadan. Özgürlük, farklılaşmaya yol açan, hatta imkân sağlayan ortamı oluşturacaktır. Adalet, özgürlüklerin toplum yararına etkili olacak şekilde gerçekleştirilmesine hem katkı sağlayacak ve hem de bunun ortamını oluşturacaktır.
Dayanışma ise, empati ve güven duygularıyla bütünleşerek özgürlüğün hem gelişip serpilmesine ve hem de toplumsal bir yarara dönüşmesinde etkili olacaktır. Güven duygusu farklılıkları bir araya getirecek ve dayanışmanın yolunu açacaktır. 26 Ocak 1974 tarihinde kurulan CHP-MSP Koalisyon Hükümeti, o tarihlerde olabilirliğine hiç ihtimal verilmeyen bir alternatifi gerçekleştirmişti. Böylesi bir birlikteliğe imkansız olarak bakılıyordu. Ama gerçekleşti. Ve aynı yıl, 20 Temmuz 1974 günü, Kıbrıs Barış Harekatı gibi çok önemli bir başarıya imza attı. Ayrıca, 12 Mart 1971 Askeri Darbesi’nin yaralarını sarıp bir barış ortamının gerçekleştirilmesine çok önemli katkılar sağladı. Ama maalesef devamlılığı mümkün olmadı. Karşılıklı güvensizlik ve empati kuramama, bu başarıların hemen ardından koalisyonu sonlandırdı. Karşılıklı güvensizlik, Kıbrıs Barış Harekatı’nın kalıcı bir barış antlaşmasıyla taçlandırılmasını beklerken, kırk yıldan beri çözülemeyen Türkiye’nin AB yolunu tıkayan kalıcı bir sorunlar yumağına dönüştürdü.
1970’li yılların ikinci yarısında ise, yine bir karşılıklı güvensizlik ortamı, o dönemdeki iki büyük siyasi partimizin bir araya gelerek bir CHP-AP koalisyonu oluşturmasını engelledi. Farklılıklar bir araya gelmeyince sonuç, hem de çok acı olaylar yaşayıp binlerce gencimizi feda ettikten sonra, 12 Eylül Askeri Darbesi oldu.
O darbenin yarattığı sonuçları bugün bile aşıp demokratik bir anayasaya hâlâ kavuşamadık. Bir de yıllarca kabullenemediğimiz toplumumuzdaki farklılıklar dolayısıyla yaşadığımız gerginlikleri hatırlayalım: Üniversitelere girmelerine izin vermediğimiz kızlarımız, anadillerini konuşmayı yasakladığımız vatandaşlarımız, Ceza Kanunumuzdaki bir zamanların meşhur 141., 142. ve 163. maddelerimiz, Komünist Partisi, 24 Ocak Kararları ve daha onlarca farklılıklarımız. Bu farklılıklarımızdan korkmayı bırakıp, bu farklılıklarımıza güvenerek onlarla beraber yaşamaya başladıktan sonra endişelerimizin ne kadar gereksiz olduğunu görüp, bizzat yaşadık. Bu onlarca farklılıklarımızla birlikte yaşayıp zenginleştikten sonra, daha yüzlerce farklılıklarımızın işbirliğine girip toplumumuzu zenginleştirme yolunda sırada beklediğini unutmayalım.