Farklı mülkiyet anlayışımız
Mandalina kabukları
Soğuk bir sabah. Parkta in cin top oynuyor. Sadece bir kişi, deniz kenarında balık tutmaya çalışıyor. Sabah yürüyüşüm devam ediyor. Baktım balık tutan yaşlı adam oltasını bıraktı bana doğru geliyor. Acaba ne soracak dedim. Birbirimize iyice yanaştık. Yaşlı adam çöp kutusuna yöneldi. Bana geldiğini sandığım adam çöp kutusuna geliyormuş. Elindeki mandalina kabuklarını çöp kutusuna attı. Günaydınlaştık.
Park pislik içinde idi. Temizlikçiler henüz gelmemişti. İnsanlar gece parkı kullanmış ve pisletmişlerdi. Her köşede bir naylon torba vardı. Yan yatmış bira kutuları rüzgarda yuvarlanıyordu. Pişirilen etlerin boş tabakları, yarısı yenmiş ekmekler, köpekler ve kedilerce talan edilmişti. Bankların önü ayçiçeği kabukları ile dolu idi. İnsanlar çekirdek yemiş, kabuklarını yere atmıştı. Bütün bu pislik içinde yaşlı adam mandalina kabuklarını atmak için çöp kutusuna gidiş geliş 100 metrelik bir yürüyüş yapmıştı. Konuşmaya değer bir kişi idi.
İkinci turumda yaşlı adamla konuşmaya başladım. Hava üstüne karşılıklı yaptığımız yorumlar bitince sordum kendisine "Ne iş yapıyorsunuz?" "Astsubaylıktan emekliyim" dedi. "Asker disiplini; belli; mandalina kabuklarını çöp kutusuna attınız" dedim. Yaşlı adam "Evet, o da var. Ama kardeşlerim Almanya'da çalıştılar, emekli oldular. Şimdi orada yaşıyorlar. Almanya'ya sık gidip geliyorum. Orası çok temiz bir ülke. Bir kibrit çöpünü bile yere atmazlar, attırmazlar. Sen atsan hemen müdahale ederler; resmi makamlara şikayet ederler. Ülkelerine sahip çıkarlar. Burda aynı şeyi yapmaya kalksan dayak yersin."
Boğaz Köprüsü'nde bir kıro
Boğaziçi Köprüsü'nün üstündeyim. Avrupa yakasına geçiyorum. Önümde lüks bir otomobil var. Bir fren anında kaza ile tanışmamak için uygun mesafeyi koruyarak gidiyorum. Arabadan önce bir kağıt mendil uçtu; arkasından da bir sigara paketi uçtu. "Köprüyü geçerken dayı diyeceğim" canlıyı merak ettim. Avrupa yakasında lüks arabayı geçtim. Geçerken de baktım. Recep İvedik türünden birisini göreceğimi tahmin ediyordum. Ama tahminimde yanılmışım. Ağzında sigarası kravatlı bir tipti. Bir kokteyl partide rastlasanız beyefendi sanacağınız birisi idi.
Otoyollar
Tem otoyolundayım. Trafik sıkıştı ve durdu. En sağ şeritteyim. Daha 2-3 dakika olmamıştı ki önümdeki araba hemen emniyet şeridine geçti. Flaşörlerini yakarak gözden kayboldu. Onu diğerleri izledi. Bu emniyet şeridinden kaçan arabalar ilerde tıkanmış trafiği daha da şişirdiler.
Uygar ülkelerde emniyet şeridi acil durumlar içindir. Arabanız mı bozuldu, buraya çeker, çekici beklersiniz. Trafik sıkıştığında ambulans, itfaiye ve bir yere yetişecek polis araçları bu yolu kullanırlar. Ama bizde otoyolların emniyet şeritlerinin mülkiyeti de asıl kullanması gerekenlerden alınmıştır. Emniyet şeridi kendilerini ayrıcalıklı sayan devlet büyükleri içindir. Trafikte beklemek istemezler. Emniyet arabaları acil görev olsun olmasın emniyet şeridini kullanırlar.
Otoyolların sol şeritleri geçişler içindir. Ama bazı sürücüler için sol şerit devamlı yoldur. "Sollamayı zevk edindim, sağda neşe ne arar" mantığının ötesinde bir şeydir. Sollar ve sol şeritte kalırlar. Sol şeridin mülkiyetini ellerine geçirirler. Onlardan hızlı bir araba arkalarına gelse yol vermek istemezler. Sol şeridi arslanlar gibi korurlar.
Yorum
Bütün bu sıraladığım acayipliklerin, halkımızın mülkiyete farklı bakışından geldiğini sanıyorum. Halkımız evinin dışını pek sahiplenmez. Örneğin parkları kendi malı gibi görmez. Onun için bu kadar hunharca kullanır; içine eder, öyle gider. Ya da kalkar sigarasının paketini, mendilini yola atar. Buna karşılık otoyolun sol şeridini, emniyet şeridini kendi malı gibi görür; başkasının kullanmasına gönlü razı olmaz. Bir kısmı da hangi şeritte olursa olsun, kendi şeridinin önünü sahiplenir. Kimseyi geçirmek istemez.
Sanırım bu ülkede önce 'mülkiyet' kavramını yerleştirmek gerek.